30 Ekim 2015 Cuma

ÖNCE HİJYEN


Aloe Likit El ve Yüz Sabunu, sedef görünümünde, bol köpüren, cildimize temiz bir his verirken, 'göz yaşartmayan' formülüyle çok ideal kullanımlı bir ürün. 473 ml.'lik büyük ambalajıyla tüm aile için uzun kullanımlı, içeriğindeki mis kokulu parfümüyle hesaplayınca bayağı ekonomik gelen, aloe vera içerikli. Markası Forever.

Sadece bir damlasıyla el ve yüzümüzü yıkadığımız bu ürün 4 saat boyunca ellerde mikrop barındırmıyor ve kutu bitsede sulandırıp kullanıldığında da aynı etkiyi yaratıyor. Zaten o kadar çok köpürüyor ki artık durulamaktan bıktığım için yarım damla kullanıyorum. Bebekler ve çocuklar için çok ideal. Yumuşak ve tahriş etmez, göz yakmaz. İsteyen beyler traş losyonu veya saç şampuanı olarakda kullanabilir.

Gelelim biz hanımların ihtiyaçlarına. Bir kere bir numaralı makyaj temizleyici. Burnum o doğal kokuyu hissederken, yüzümde gözeneklerin açıldığını ve nefes aldığını çok iyi hissedebiliyorum. Ayrıca içeriğindeki temizlerken nemlendirme özelliği cildi pamuk gibi yapıyor. Başka bir ürün istesemde kullanamam. Hassas ciltler içinde ideal. Devamlı kullanımı halinde büyük derdimiz ellerdeki ve yüzdeki güneş, yaşlılık, doğum lekelerini gideriyor. (Dantel örtüm anneannemden, uğur getirsin diye☺.)


AĞIT'IN HEAVY METAL TARZI


Iron Maiden gelmiş geçmiş en iyi Heavy Metal gruplarından şüphesiz ve bana göre yaşarken efsane olanlardan. O kadar yüksek maliyetli bir ekipman sözkonusu ki yıllarca Türkiye'de konser veremediler, çünkü bu masrafı karşılayabilecek sponsor yoktu. Neyse 2013 yılında, zar zor bilet bulupta oğlumun gittiği İstanbul konseri gerçekleşti. Adamların müzikten kazandığı servetler öyle böyle değil. Her zengin olan uçak alır bunlar tank alır. Ülkeleri İngiltere'ye kazandırdığı milyon dolarlar. Yani konuları reddetmeden önce birazda bu açıdan bakabilsek. Müzik sektörü demek İngiltere demek. Yani onların her yönleriyle, her sektörle beraber dünyayı sağma halleri.


En sevdiğim şarkısı 'for the greater of good of god', 9 dakika 26 saniye sürüyor. Bu benim uzun yolda araba kullanma marşımdı bir zaman. En sol şeritte bir özgüven hali ki sorma gitsin, gaza bastıkça basıyorsunuz. O sırada ibreye bakmamak halindeyim, bakarsam yanarım. Oğlum "bu CD' yi hala dolabından aşırıp dinliyorum arada, zaten çizikler içinde kapağı, biliyorum farkındasın ancak sende bana kızmaktan yoruldun".

Nasıl desem ağıt yakmanın 'heavy metal' türü gibi. Tam istediğim hem gürültülü, hem hüzünlü, hem agresif yani içinde her duyguyu barındıran. En zor sınavlarımı en gürültülü müzikleri dinleyerek verdim, tabiki 'kafa sallama ritüeli'm yok bu arada. İkinci yarının ortalarında bir gaz bölümü gelir, 35-40 saniye sürer ve bizi çok güçlü hissettirir. Bu şarkıda, Iron Maiden'in kainatın en güzel müziklerinden birini yaptığına kanıtlar bulmak çok kolay gibidir. Eser çok tepeleri zorlayan destansı bir başyapıttır. Evet kafa yapabilir ancak olumlu anlamda.




27 Ekim 2015 Salı

HOMELAND DİZİSİ


Damian Lewis ve Claire Danes' in başrolde olduğu Homeland dizisi, politik dram gerilim türünün en iyi örneklerinden. Görünürde hem CIA ile El - Kaide arasında bir savaş hikayesi, hemde derinde iki insan arasındaki 'manik depresif' bir aşk konusu. Politik film ve dizileri hiç sevmediğim halde bu diziye bayıldığımı söyleyebilirim. Psikolojiden politikaya geniş yelpazeli.

Claire Danes'in canlandırdığı Carrie karakterinin manik depresif yönü onun sezgi, çıkarım ve çözümleme yetisiylede at başıdır. Duygusal bozuklukla zihinsel yetkinlik arasındaki iki zıt durum sözkonusudur.

Damian Lewis'in oynadığı Nicholas Brody karakteri ise kahraman olmakla terörist olmak arasındaki iki uç arasında. Evinin garajında namaz kılma ve ellerini açıp dua etme, tesbih sahnelerini hiç unutamayız.

Dizi 'küresel düzen' ile 'küresel düzen karşıtlığı' arasındaki mücadeleye Amerika penceresinden ancak Amerika yanlısı olmadan bakma gayretinde bir dizi. Bu detay bence çok önemli ve bu detayı anlama gayreti içine girerken dizi anlamadan nehir gibi akıp geçiyor. Heyecanla bekledim ve nihayet 5. sezonu başladı. Lütfen hiç bitmesin. Çok yavaş seyrediyorum, arada başa alıyorum. 4. Sezonda Taliban Lideri'ni fotoğrafdaki Türk oyuncu Numan Acar oynuyor.


Dizi devamlı, şüphe ve gerilim arasında gidip gelirken kadın başrol oyuncusu Carrie' nin başlarda bana itici, sinir bozucu gelen halleri, konu ilerledikçe işine tutkuyla bağlı, çalışkan ve cesur kadın karakterine dönüşmesi, örnek alınası. Alışılagelen güzel ve alımlı başrol kadın oyuncu tiplemesinin çok dışında, ancak öyle bir kompozisyon çiziyor ki meşhur tabirle 'hastasıyız'.

Carrie & Brody arasında yaşanan aşkın kimyasında birbirlerinin boşluklarını dolduran, eksikliklerini tamamlayan, karşıtlıklarını birleştiren tutku dizinin asli mayasıydı ve bir süre etkisinden çıkamadığımı itiraf etmeliyim. Yan karakterler Saul Berenson ve Peter Quinn ise kendi içinde ayrı bir dünya.


25 Ekim 2015 Pazar

DEKORASYONDA COUNTRY


Country ne demek? Adını kırsal, geleneksel yani yaşanmışlıktan alan bu dekorasyon tarzı benim ruhumu en iyi yansıtanlardan. Ahşap ağırlıklı, eskitme masif mobilyalardan oluşan, insana yaşanmışlık ve sıcaklık hissi veren, romantik parçalar. Ahşap eşyaların o kokusu, dokusu, ağırlığı ve havası hiçbir şeyde yok. Ahşap yıllar geçsede eskimiyor eskisede güzelleşiyor sanki sizinle yıllanıyor. Krem beyaz eskitme parçalar olursa dahada muhteşem.
 Daha önce ahşap boyama kursuna gittim. O kadar kendimi kaptırdımki bir ara evde herşeyi eskitme yapmaya falan kalkacaktım. Sanki boyumun harcıymış gibi. Rüyalarımda bile birşeyleri boyuyor, değiştiriyordum durmadan. Ulaşmak istediğim kafamdaki şablon bu tarzdı yani country. 

Yeni mobilya sevmiyorum, ahşap olmak şartıyla tabi eski, antika, büyüklerden kalan her ne ise kaplansın veya boyansın. O yaşanmışlık hissi önemli bence. Antikacılar sokağı Çukurcuma'da dolaşırken bir esnaf 'en iyi müşterimiz Rahmi Koç, evine yeni mobilya almaz, devamlı buradan iyi parçaları toplar, kullanmadığını depoda tutar' dediğinde bayağı bir şaşırdığımı itiraf etmeliyim.


Amaç kır evi görüntüsü ya, biraz pastoral, biraz floral, bazen ekose, bazen çizgili, toprak tonlarının bolca kullanıldığı, genelde açık renk ahşap malzemenin kendini bolca gösterdiği, geniş rahat koltuklar, renkli bazen çiçekli yastıklar. Ana zeminin açık renk olduğu varsayımıyla koltuk üstüne atılan bir örme battaniye, bir yerlere serilmiş dantel örtüler, antika halılar, çiçekler, duvarda tablolar ne bileyim işte, geriside sizin hayal gücünüz olsun. 

KİRPİK MEVZUSU


İtiraf edeyim kozmetik konusu öyle bir alanki içine girdikçe derinliğinde kayboluyorum. Ne konular bitiyor ne yenilikler. Kirpik her kadının zaafı, bakışlara anlam katan, göz makyajını tamamlayan son hamle, kimisinde çok şuh durabilen tamamlayıcı bir unsur.

Doğal duranını ve göz yapımıza uygun olanını tercih etmek lazım tabi yoksa insanın yüzünde iki trantula dans ediyormuş gibide olabilir. Kirpikleriniz yeterince uzun ve belirgin değilse, kirpik kıvırıcı kullanmaktan sıkıldıysanız takma kirpik tam size göre. Bütün olarak takılanlar, parça tutam olarak takılanlar var. Bunlar kendimizinde yapabileceği basit kirpik dibine yapıştırma yöntemi.

Birde işlemi bayağı zahmetli ve maliyetli olan ancak daha uzun süre dayanabilen 'ipek kirpik' uygulaması var. Ben bu uygulamaya mikro cerrahi işlem diyorum kendimce. Profesyonel birinin uygulaması gerekir. Tek tek kirpik taneleri özel yapıştırıcısıyla sizin kendi kirpiğinize yapıştırılır. Sonuç çok daha doğal bir görüntü. Son trend gelin olurken yaptırmak.

Benim gibi göz hassasiyeti olanlar zorlanacaktır muhtemelen bu konuda. Hadi ben bir kopya vereyim. Hazır satılan bütün kirpiklerin sadece dış uç kısmı kalacak (4-5 kirpik) şekilde kesin ve gözün bitiminde kuyruğuna doğru bu küçük parçayı yapıştırın. Hem gözlerimiz daha çekik ve kalkık duracak hemde kocaman bir parça yerine minik bir kirpik tutamıyla bütün kirpik etkisini yaratmış olacağız. Küçük bir parçayı gözün üstünde taşımakta daha kolay olabilecektir.



CONCEALER - MONCEALER ?

Son dönemlerde adını daha bir sık duyduğumuz mucize: Concealer yani kapatıcı. Genelde anladığımız sadece koyu halkalar halindeki göz altı morlukları için kullanıldığı. Değil tabi. Concealer fondötenle kapatamadığımız ama hala görünen sivilce izleri, çiller, göz altı morlukları, kırmızılıklar, görünsün istemediğimiz benlerimiz, yüzeyde görünen kılcal damarlar, kahverengi güneş lekeleri vs kapatmak içindir.

Birde yüzümüzün tamamına kullandığımız fondöten asla göz etrafına uygulanmaz. Ya sadece 1 milimetre kalınlığındaki göz derimizi kuruturuz yada tersi yağ butoncukları oluşmasına sebebiyet veririz. Burada biz bölgesel kusurlardan bahsediyoruz. Daha yüksek kapatıcılığa sahip kapatıcımızı, parmak ucumuzla veya resimdeki gibi pinpon bir sünger (Avon markası sünger ve fırçaları çok kaliteli ve ekonomik) yardımıyla nemlendirici sonrası fondöteni sürdükten sonra uygularız. Göz altları şişse uygulanmaz daha kötü bir görüntü olur çünkü. Üstüne sürdüklerimizin sabitlenmesi ve uzun süre dayanması için ister transparan ister renkli pudra ile geçiş yapılmalı. Böylece göz altına sürülen kapatıcımız göz etrafı çizgilerini doldurup bizi olduğumuzdan daha yaşlı göstermesin.
Gelelim konunun özü en sevdiğim en  renkli kısma: Yeşil renkli olan, sivilce, kızarıklık gibi kusurları, lila renk cansız solgun, sarımtrak bölgelerin tonunu düzenler. Pembe koyu halkaların yeşilimsi görünümlü olan bölgelerin görünümünü hafifletir. Bej yüksek kapatıcılık gerektiren problemleri gizler. Paletin en açık renkte olan concealer, ihtiyaç halinde aydınlatıcı olarak kullanılabilir.

SİZ NEREYE GÜNEŞ KORUYUCUNUZ ORAYA !


Bir fikrim var bir gün gelecek bu cilt kanseri yüzünden hiçbirimiz şemsiye, eldiven, güneş gözlüğü ve şapkalar kullanmadan kapı önüne çıkamayacağız. Çinli, Japon kadınlar bunu yüzyıllardır uygulamış. Bir uygulayan görsem sokakta hemen takipçisi olacağım, o kesin. Yüz, omuz, ense, boyun ve eller güneşe en çok maruz kalınan yerler.

SPF, İngilizce'deki Sun Protection Factor yani Güneş Koruma Faktörü’nün baş harflerini temsil ediyor. SPF, güneş kreminin cildi ne kadar uzun süre korumaya devam edeceğini gösteriyor. Şimdi dikkat : Faktör kelimesi burada 1 faktör 4 dakika koruyacağı anlamında. Diyelimki 15 koruma faktörlü krem aldınız bu sizi 15 × 4 = 60 dakika koruyacak demektir. Yani bir saat sonra kremimizi tekrar sürmeliyiz. 30 koruma faktörlüde 30 × 4 = 120 dakika yani iki saat gibi koruyacaktır. Genelde başında süreriz sonrası Allah kerim misali, tekrarını getirmeyiz. Ancak mevzunun püf noktasıda buradadır. Kesinlikle sadece yazın değil her zaman kullanılmalıdır. Herşeyimi unutabilirim, koruma faktörlü kremimi asla.

Güneşin kısa vadede ve uzun vadede gözlemlenen zararları vardır. Ciltte erken yaşlanma, kırışma, lekelenme, yoğun çil ve yıpranmaya sebep güneş ışınları; aynı zamanda pigment lekeleri, damar genişlemesi, damarların deri altından gözükmesi, deri altı çatlaklarının da sorumlusudur. Eskiden, yeryüzüne sadece A ve B ultraviyole radyasyonu ulaşırken artık C ultraviyole radyasyonu da ulaşmaya başladı. A ultraviyole radyasyonu cildin erken yaşlanması ve kırışmasına neden olurken, B ve C ultraviyole radyasyonları ise deri kanserleri riskini artırıyor. Tabiatı tahrip etmeye devam edelim. Daha nelerle karşılacağız bakalım. Marka konusunda ise eczanelerde satılanları tercih etmek daha doğru bir seçim olacaktır.


KEMAN VE BERLİN FİLARMONİ

Bir kadına keman kadar yakışan birşey var mıdır? Bence yoktur. Yanında birde Berlin Filarmoni. Daha ne olsun? 132 yıl önce ilk kez 54 tane hırslı müzisyenden kurulmuş, dünyanın en saygın, en iyi orkestrası. 80' li yıllar TRT kanalı, her pazar sabahı Hikmet Şimşek klasik müziği, bestecileri kibar kibar anlatırdı, sonra Berlin Filarmoni Orkestrası çalardı. Genelde büyüklerimizde o çıkınca televizyonu ya kapatır ya sesini kısardı. Malum klasik müzik bize biraz yabancı, uzak bir alan. Hiçbir şey anlamasamda gece tekrarlarını dinlerdim. Anladığımı iddia etmiyorum ancak beyin yorgunluğunu gideren en basit yapılabilecek başka birşey olduğunu da asla düşünmüyorum.


ALATURKA MI ALAFRANGA MI ?



Alaturka tuvalet diye adlandırılan yeni jenerasyonun pekde belleğinde yer almayan eski tip tuvaletlerin kullanımında kabızlık, reflü, kolon kanseri, hemoroit gibi hastalıkların azaldığı araştırmalar sonucunda su götürmez bir gerçek. Ortak kullanımlı yeni tip tuvaletlerde mikrop ve hastalıkların bulaşması çok daha kolay. Günümüzde maalesef eski tip tuvaletlere çok sık rastlanmıyor.

Niye daha sağlıklı? Çömelme durumu ile bayanlarda mesanede daha az idrar kalıyor, buda ileride idrar kesesinin sarkması ile oluşabilen idrar kaçırma rahatsızlığının önüne geçiyor. Bu rahatsızlık çokda dile getirilmeyen ve insanların sosyal hayatını birinci derecede etkileyen bir durum. Günümüzde her iş alelacele ve bir koşturmacadır gidiyor. Şimdi dikkat: Hangi tip olursa olsun mutlaka işiniz bittiğinde yirmiye kadar sayın ve son bir kez ıkının. Amaç idrar kesesinde hiçbir şey bırakmamak.

Beyler ayakta değil mutlaka oturarak. Kurala uymazsanız ileride prostat gibi sorunlar kapınızı çalabilir.

Sadece sonunda değil başında da eller yıkanmalı, ayrıca klozet kapağı kapalı olarak başında ve sonunda mutlaka sifon çekilmelidir.

Aslında bunlar sizlerinde bildiği şeyler, peki niye anlatıyorum? Tırnak altı mikrobu diye bir bela varki, nelere yol açtığını ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Hani resimdeki gibi şirin değiller. Ellerimizi hiç yapamıyorsak günde bir kez olmadı akşamları tırnak fırçası ile yıkamalıyız. Gratislerde satılan ufacık, ucuz bir fırça, herkes alabilir.

Olduda bir mekanda, yolculuk esnasında eski model tuvaletle karşılaştığınızda mutlaka ters yönde kullanın. Konu hassas ama hayati, paylaşmadan edemedim, sevgiyle kalın.


23 Ekim 2015 Cuma

ALMANCA' NIN AYRICALIĞI

Ağır sanayisi ile tüm dünyayı ezip geçen, Avrupa'nın en büyük ekonomisi Almanlar tarih boyunca edebiyatta, felsefede, mimaride, müzikte, bilimde, güzel sanatlarda dünya çapında isimler çıkarmış bir toplum. Albert Einstein, Karl Marx, Martin Luther, Oliver Kahn, Engels, Riemann, Gauss, Goethe, Friedrich Nietzsche, Kant, Albertus Magnus, Bach, Beethoven, Schumann, Wagner say say bitmiyor... Dünyada çalışkanlıkları, disiplinli, dakik ve programlı olmaları gibi özelliklerinden dolayı en saygı duyduğum millet. Videoda dünya dillerinde Fransızca, İngilizce, İtalyanca, İspanyolcada kelimelerin birbirine yakın olduğu sıra Almanca'ya geldiğinde kendine has farklılığı, kaba yani kavga edermiş gibi konuşma hali işlenmiş. Ben çok güldüm.


KISA KISA TÜYOLAR 2


SAÇLAR : Son yıllarda biz yetişkinlerin saçını bebe şampuanlarıyla yıkama alışkanlığı epey yaygınlaştı. Bende zaman zaman bu kervana katılanlardanım. Neden derseniz, bebek cildine uygun üretildiği için daha az kimyasal madde, alkol ve koruyucu madde -parapen- içermektedir. Buda saç ve saç derisinin tahriş olmadan temizlenmesi demektir. Harika bebek kokusuda yanında eşantiyonu.

YÜZ : Kabuklu pirinci mikserde un haline getirip, sabah akşam bir tatlı kaşığı pirinç tozunu suyla bulamaç halinde yüzümüzü yıkarsak zaman içinde hamilelik ve güneş lekelerinin açıldığını görürüz. Ayrıca doğal bir cilt beyazlatma yöntemidir. Olmadı pirinç unuda aynı işlevi görür.

BOYUN : Yüzümüze kullandığımız her kremi kesinlikle boynumuza, göğüs dekoltemize de uygulamalıyız. Çünkü bunlar bir bütündür. Ve boynumuz en çok ihmal ettiğimiz bölgemiz. Göğsümüz ilerde, omurgamız ne kadar dik durursa boynumuz o kadar az kırışır, gıdımız az sarkar, yanaklardaki çökme o kadar az olur. Göğüs sarkmasıda gecikir. Kurtarıcımız ise bol yürüyüş ve pilates yapmak.

KURU MEYVELER : Klişe tabi aynı bildik cümleler ama olsun hatırlatmakta fayda var. Bazılarımız yaş meyveyi çok fazla tüketemeyebilir, fakat kuru meyve daha pratik ve çabuk bozulmazlar Meyveler kurutulduğunda vitamin değerleri düşmüyor, bilakis enzim değerleri yükseliyor. Serbest radikallere karşı vücudu koruyor.

KABIZLIK : Günümüzde çok sık karşılaşılan bu rahatsızlıkta, en basit akla gelen ilk yöntem kadınlarda saat yönünde karnımıza masaj yapmak. Erkeklerde ise saatin tersi yönünde.

TERLEME : Vücudumuzun birçok bölgesi terler, bunlardan içeriğinde enzim, peptid, Q enzimler açısından en zengin olanı alnımızdaki terdir. Bunun için mi acaba birçok atasözüne konu olmuştur? Eskiler bu işi bilmeden biliyorlarmış aslında. Çok basit bir yöntem alnımız terlediğinde hafifçe göz etrafımıza yayıyoruz. İnceliği sadece 1 milimetre olan göz derimizi besliyoruz.




22 Ekim 2015 Perşembe

BU YAZI "SAÇ" BAŞ YOLDURUR


Saç dökülmesiyle ilgili, şimdi yok şu karışım, falanca yağlar, şu marka kozmetik ürünü, bu iksir diyebileceğimiz bir tek formül söyleyemeyiz. Olsaydı keşke. Yağ karışımları, yumurta sarıları, ampuller önemsiz diyemem fakat bunlar saçın dış yüzeyindeki hasarları geçici olarak onarır sadece. Hormonlar, saç boyatma, stres, yanlış beslenme, mevsim geçişleri, genetik faktörler, vitamin eksikliği gibi nedenlerden dolayı saç dökülmesi çok sık karşılaşılan bir dert. Saçımla sorunlarım bitmedi hiç ama tersinden. Yüzümün iki üç katı büyüklüğünde, kabarık, aslan yelesi gibi komik saçlarım olduğu için hayatım boyunca başımın üstünde bir ağırlık taşıyormuşum gibi yaşadım hep. Tara tara açılmaz, şekil vermek zor, toka tutmaz, inatçı. Benden apayrı bağımsız bir organ, kendi hükümdarlığında, kafasına göre takılıyor. Okula giderken saçım örülürken çok canım yanar vız vızlanırdım, abarttığım zannedilirdi. Tarağın tersini kafama yemişliğim vardır bu acımın üstüne. Tabi bu sefer daha çok ağlardım.

Bayanlarda saç dökülmesi ve dökülen saçın geri gelmemesi daha ender karşılaşılan bir durum. Erkeklerin işi biraz güçleşiyor bu anlamda. En sık karşılaşılan neden testesteron hormonunun  bir enzimle birleşerek değişim göstermesi. Bu hormon saçlara sinyaller gönderip güçsüzleşmesine neden oluyor.

Bir yetişkinin günde 50-100 adet saçı dökülebilir buda normal karşılanır. Dökülme artınca hangimizin psikolojisi bozulmaz ki? En büyük aksesuarımız, yüzümüze anlam ve hava katan saçlarımız için, daha işin başında PRP ve Mezoterapi gibi yöntemlerle orta vadede bir sonuç alınabiliyor. Baktık olmuyorsa "saç ekimi" son, en kesin çözüm yöntemimiz. Ekimde mikro motor, fue ve fut yöntemleri mevcut. Tabi maliyetli, zaman alan ve zahmetli bir çaba. Bence ne olsada önemli olan, kendimizle barışık olma halidir.


21 Ekim 2015 Çarşamba

ÇOCUKLUK KOKUM HANGİ AROMAYDI ?


Koku alma duyumuz 24 saat boyunca çalışan ve hiçbir zaman kapatılamayan tek duyguymuş. Hadi diyelim gözümüzü, kulağımızı kapattık, dokunmamayı tercih ettik, peki yaşamak için nefes alma zorunluluğumuz nedeniyle kokuları algılamaktan vazgeçebilir miyiz? Hayır. Her koku, özel bir kodlamayla 'koku belleğimize' arşivleniyor. Yani çok ama çok güçlü bir duygu. Benimde hafızamda o kodlardan üç beş tane vardır mesela. Çocukluk kokum, Şile yani memleket kokum, anne kokum..Duygu yüklü anılarımızı tetikleyen en önemli unsur. Çocukluk hafızamda tam hatırlayamadığım bir nedenden dolayı dereotu kokusunun bende ölümleri hatırlatması durumu vardır. Asla yiyemem, fena olurum. Hani bunu anlatmaya çalıştıklarımda hiç beni anlamamış, 'Allah Allah' deyip manâlı, manâlı bakmıştır. Bak bilimde ispat etti işte, ben haklıymışım. 2004 yılında koku duyusu üzerine yaptıkları araştırma ve keşifleri ile Nobel Ödülünü alan Linda B. Buck ve Richard Axel ekibi de, insan beyni ile koku duyusu arasında oldukça ilginç yeni ilişkiler ve kanıtlar sunarak, en temel duygumuzun koku olduğunu ispatladılar.

Bir koku, bir iki saniye içinde bizleri yıllar öncesine götürebilir, eski bir sevgiliyi hatırlatabilir, çok eskiden bulunduğunuz bir mekanı veya bir olayı tekrar yaşatabilir, karnımızı acıktırabilir. Hangimiz çocukluğumuzdaki efsane menümüz 'köfte-patates kızartması' kokusunu hatırlamayız?

Aromaların gücü :
Kavun: Bu koku evrensel olarak dostluk, gençlik ve mutluluk duygularını uyandırıyor.
Vanilya: Rahatlık ve sıcaklık duygusu veriyor.
Sandal ağacı: Odunumsu aromalar erotizmi en fazla çağrıştıran kokular arasında yer alıyor. Sandal ağacı ayrıca koyu mavi tonlarını ve deri hissini uyandırıyor.
Yasemin: Mistik duyguları harekete geçiriyor, duyuların artmasına ve kişilerin birbirlerini anlamasına yardımcı oluyor.
Gül: Aşk, muhabbet sevgi duygusunu yükseltiyor. Kişiler arasında duygusal çatışmaları ve çalkantıları dinginleştiriyor.
Yılang-yılang: Cinsel isteği yükseltiyor. Bununla birlikte kişinin duyuları keskinleştiriyor ve bu duyularının farkına varmasını sağlıyor.
Limon: Rahatlatıyor, sinirleri gevşetiyor, ferahlık veriyor.
Lavanta: Erkekler üzerinde cinsel gücü uyarıcı bir etki yaratıyor. Şifa verici ve temizleyici olarak da kullanılıyor.
Papatya: İnsanın içini hoş bir sevinçle dolduruyor. Saf duyguları harekete geçiriyor.
Turunçgiller: Enerji ve zindelik veriyor.

18 Ekim 2015 Pazar

ŞEHRAZAT MÜZİKALİ



Nicolai Rimsky-Korsakof'un 1888' de, 1001 Gece Masalları için bestelediği tüm zamanların en iyi senfonik suit'lerinden birisi. Rimsky-Korsakof'un bir Rus genciyken aile geleneği olan denizciliğe başlaması ve bir Rus gemisiyle dünyayı gezerken, Ortadoğu tınılarından çok etkilenmesiyle ortaya çıkmış, müthiş beste. Rimsky-Korsakov bu yapıtından dolayı, doğu ezgilerini klasik müzikle birleştirmis, Ortadoğu tınılarını  batılılara tanıtmıştır. 

Suit 4 bölümden oluşur : 
1. Deniz ve Sinbad'in gemisi
2. Prens Kalender' in hikayesi
3. Genç prens ve genc prenses
4. Bağdat'ta festival, deniz, kayalıklara vuran gemi.   

Efsane Pers prensesi, 1001 gece masallarının anlatıcısı, aldatılma acısıyla zalimleşen Pers prensi Şehriyar' ı masallarıyla ehlileştiren uysallaştıran ve bu sayede prense mutluluğu, huzuru yeniden sağlayan zeki kadın. 

Yorgun bir günün sonunda eve gidip sakinlige ve huzura kendinizi balıklama atmak istediğiniz her zamanda dinlendiriciliği ve huzuruyla bünyeyi sakinleştiren eser. Yaylıların ve üflemeli çalgıların temposu, arada içimizi acıtan keman solosu, flüt uyarlamaları, bizi masal diyarının içine salıveriyor. Masalın müziğe dökülmüş en güzel hali midir, müzik mi masal anlatır, yoksa masal mı müzik oluverir anlayamadan, kapayın gözleri ve dinleyin.


SEVGİ VE NEFRET İKİLEMİ LEOPAR


Leopar, aslan, kaplan ve jaguar gibi büyük kedilerin içinde en küçük cüsseli olanıdır. Kimbilir bu yüzden kadına en yakındır. Kendimi bildim bileli bir leopar modasıdır gidiyor. Ayakkabıdan çoraba, çantadan şapkaya, gece elbisesinden iç çamaşırına kadar her şeyin leoparlısı mevcut. Doğru ve yerinde kullanıldığında her dönem trend ve popüler. Çok baskın ve tüm dikkati o parçaya yoğunlaştıran özel bir kumaş. Diyebilirim ki moda tarihinde bu kadar çok kullanılan, üzerine bu kadar çok konuşulan, çokda eleştirilen başka bir desen var mıdır acaba? Çünkü tecrübeyle sabittir ki leopar sevgisi sonradan kazanılmıyor. İnsanların büyük bir çoğunluğu leopar desenini ya seviyor ya da nefret ediyor.

Aman sakın baştan aşağı bu deseni giyinmeyelim. Hem çok göz yoruyor hem fosforlu fener misali çok dikkat çekiyor. Çok uzun boylu değilsek alt beden pantolonda leopar desen yasak, etek nispeten olabilir. Bluz, gömlekte sözümüz yok. Allahtan farklı renkleri varda, o sert, keskin geçişler nispeten yumuşamakta ve bize seçenekler sunmakta. Zarif ve kibar aksesuvarlarda da leopar deseni iyi duruyor. Örneğin toka, çanta, babet, ayakkabı, şal, kemer, belki küpe.

Leoparın “derin” felsefesini idrak edebildim mi, edemedim mi bilmiyorum. Doğru ve dikkatli kullanıldığında çok asil bir detay, yanlış kullanıldığında yaşı gereksiz yere büyük gösteren tam bir rüküşlük ve kokoşluk hali. Hani ortası yok. Bir penye tişörtüm olmuştu ne zaman onu giysem kavgacı bir ruh halinde oluyordum. O yüzden arada sırada  minimal parçalarla mevzuya dahil olmamı, leoparın “derin” felsefesini tam olarak idrak edememiş olmama bağlıyorum. 


3500 SAAT TRAŞLA GEÇERMİ ?




                                    

Ömrünün yaklaşık 3500 saatini tıraş olarak geçiren erkeklerin derileri doğal olarak kadınlardan daha çok yıpranır, kurur! Erkeklerde kadınlar gibi daha dinç ve çekici görünmek isterler elbet. Nesiller boyunca, "erkeklerin bir tıraş sabunu, bir tıraş bıçağı ve bir kolonyasından başka bakım malzemesi olmaz" sözlerini duyduk hep.

Her gün tıraş oldukları için ölü hücre tabakasını kadınlardan daha sık attıklarını ve daha sağlıklı bir cilde sahip olduklarını düşünebilirsiniz. Tıraş bir nevi peeling işlevi görür. Ammavelakin birde madalyonun diğer yüzü var. Tıraşla beraber koruyucu tabaka da yok ediliyor! Her seferinde tıraş ve jiletle kazıma işlemi ciltlerini daha hassas ve yıpratıcı dış etkenlere karşı açık hale getiriyor. Alerji geliştirmeleri daha olası!

Ciltte, kadınlardan çok daha fazla kalın/sık kıl kökleri ve sebum salgısı olduğundan siyah nokta ve sivilce sorununa daha açık bir deri oluşturuluyor. Üstelik bu sorunlarla baş ederken sakalıda her gün kesmeye devam ediyorlar. Yani yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal misali. Bütün bunlar yetmezmiş gibi testesteron hormonu da, cildin daha kalın, daha yağlı, gözeneklerin daha geniş olmasına neden oluyor.

Kollajen salgısının daha fazla olmasıyla, erkeklerde cilt yaşlanması daha geç başlar. Deride incelme, çizgilerde belirginleşme 40-50’li yaşlarda kendini belli eder. Ancak dışarıda geçirilen zamanın daha fazla olması ve güneş koruyucu kullanımına önem verilmemesi, dışsal faktör kökenli yaşlanmanın erkeklerde daha belirgin olmasına sebebiyet verirki, bu yüzden erkeklerde derin kırışıklar daha bir belirgindir.

Yaşlanmayı geciktirmek amacıyla retinoik asit, vitamin C, meyve asidi içeren kremlerden faydalanılır. Erkeklerde cilt bakımının temel öğeleri cilt temizliği, nemlendiriciler ve güneş koruyuculardan oluşur. Cildinizi her gün nemlendirin. Cansız, solgun, yaşlı görünen bir cilt, genellikle bakım konusunda tembellik etmenin sonucudur. Elbette genetik faktörler bizim için işin başında, ya cezamız, ya mükafatımız.
       
       








ZİKİR ÇEKMEK


Kavram olarak ‘zikir’; Allah’ı anmak üzere söylenmesi ve yapılması tavsiye edilen, sözlü ve fiili eylemleri kapsayan davranışların tümüdür. Aynı zamanda ‘zikir’, insana sevap kazandıran her türlü amelin genel adıdır. Çünkü tüm ibadetlerin özü ve aslı Allah’a itaattir, Allah Teâlâ’yı hatırlamaktır. Allah’a itaat, Kur’ân veya hadislerde yer alan bir takım güzel sözleri sadece söylemek veya tekrarlamak değil; bilakis her halükârda Allah’a kulluk şuuru içerisinde bulunmak ve tam bir teslimiyet göstermek, her hal ve şartta O’nun sürekli bizi gözetlediğini zihnimize yerleştirmektir. (Enbiya, 21/50) ve (Hicr, 15/9) ayetlerinde bu konu ifade edilmiştir. Kısaca her halimizde Allah’ı hatırlama ve hatırlatmaya yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz bütün davranışlar, zikir kavramının anlam alanı içerisindedirler.

1. Zikir, beyinde tekrar edilen kelimenin manâsı istikâmetinde, beyin kapasitesini arttırır.
2. Zikir, beyinden üretilen dalga enerjinin ruha, yani halogramik dalganın bedene yüklenmesini ve böylece ölüm ötesi yaşamda güçlü bir ruha sahip olunmasını sağlar.
3. Zikir, tekrar edilen manâlar istikâmetinde beyinde anlayış, idrak ve o manâların hazmedilmesi gibi özellikleri geliştirir.
4. Zikir, Allah'a yakınlık sağlar.
Buda birçok yollar olduğu gibi kendi içinde derinlik arzeden, aslında toplumda çokda anlaşılamamış konulardan bir tanesidir belkide.  Bazı tarikatlerde müzikal bir şekilde yapılır denebilir, müzikalden kasıt ses değişimleridir. Fakat, hangi şekilde olursa olsun, kişiyi Allah'ı hatırlatma, onu duyma potasına yaklaştıramayan bir fiilin de, zikir olarak değerlendirilmesi inandırıcılığını kaybetmiş bir faaliyettir. Gönülden gelen, samimi olan ve suistimal edilmeyen her faaliyete saygımız sonsuzdur.

16 Ekim 2015 Cuma

DOLGUM MU GELMİŞ BOTOKSUM MU ?



Estetikte trendler devamlı değişiyor, yeni uygulamalar geliyor. Değişmeyen tek şeyse doğal güzellik arayışı. Alın bölgesi, kaş arası, göz kenar çizgileri, üst dudak, boyun çizgileri, el, ayak, koltuk altı terlemeleri ve migren ağrılarında botoks
kullanılmaktadır. Botoksda amaç kas hareketlerini engellemek. Direkt kasların içine, ince iğneler ile enjekte edilerek, çizgilerin yaklaşık 4-7 gün içerisinde yok olmasını sağlar ve ayrıca yeni kırışıklıkların oluşmasını da engeller. 3-6 ayda bir tekrar yaptırmak gerekecektir. Çünkü hepimizin mimiklerini kullanma alışkanlığı farklıdır ve hepimiz zaman içinde farklı kırışırız.

Dolgu ise daha çok yüzde hacim kaybı olan bölgelere uygulanır. Yıllar içinde yüzde çukurlar, oluklar, derin çizgiler oluşmakta. Dolgu malzemeleri içinde, hyaluronik asit içeren dolgular en güvenilir olandır. Etkisi 12-18 ay arası sürmektedir. Yinede bunlar uzun dönem kullanımında bünyeye ne tür zararlı etkiler yapacağı henüz tam olarak bilinmeyen bir tür zehir. 

Şahsi fikrime gelince, iğne, zehir maddesi gibi terimler bana her zaman mesafelidir. Sonuç olarak hiçbirimiz canlı vitrin mankenide değiliz. Defolarımızla barışık olmak en güzeli. Bariz bir problem yoksa mümkün olduğunca bu tür uygulamaları olabildiğince ileri yaşlara ertelemek taraftarıyım. Çünkü sürekli devamlılık arzeden bir uygulama ve yapılmadığı zaman karşılaşacağımız sonuç ne? Bizim ülkemizde bu uygulamalar çok küçük yaşlara inmiş durumda ve bir kontrol mekanizmasıda yok. Sonuç olarak estetik, kadınlar üzerinden nemalanan çok dev bir ekonomi. Gerçekten ihtiyacı olanlar, sağlık amaçlı uygulamalara sonuna kadar evet. Herkesde hayattaki seçimlerinde serbesttir.  Tabi şuda var, estetiğe göre bunlar çok daha hafif uygulamalar.
                                             




GEREKSİZ UĞRAŞ YEMEK


Ay benim yemek yapma hallerim, şu yeryüzünde bütün dünya işlerini, ağır erkek işleride dahil, her işi sevipde bunu sevemeyişlerim, tarifleri kaybedişlerim, kadınlar arasında tarif konuşulurken kulak arkası etmelerim, dağılan dikkatlerim, 'hı hı' deyişlerim. Off ne gereksiz, zamanımı çalan uğraş. Marketten çarşıdan taşı, ayıkla, yıka, pişir, başını bekle, bir çırpıda tüket, sonra bulaşık ve çıkan çöplerini hallet. Üstün başın, saçın yemek koksun. İşin yoksa birde bunlarla uğraş.
Annem hep 'güzel yemek yapmak istiyorsan, yemekle birlikte pişmelisin' derdi. Yo, yo ben almayayım! İşte ne güzel insanın kapasitesini bilmesi ve bunu kabullenmesi iyi birşey. Yanmayan bir tencere, tava kaldımı evde diye bir sorun, yada hiç sormamış olun. Yazarken yoruldum ofki ne of.
Açlığa karşı tablet çıkmadımı daha, günde bir iki tane yutsak ve yemek konusunu bir daha hiç düşünmesek. Ümidimi kaybetmedim, teknoloji gelişiyor, bekliyorum. Ve daha gerçek ve gerekli işlerle vaktimizi geçirsek. Hiç bir işten utanmam, sıkılmam.
Hani diyorum yazsam, çizsem, notlar tutsam, aramasa kimse, çalmasa kapı, sosyal medyada kimseye sataşmasam, yazılarda, satırlarda kaybolsam, okusam, okusam. Tarifleri fırına attı yahu, müzik dinlerken yemeği taşırdı, buda benim kafadan. E birazda şaka tabi, mübalağası içinde.


15 Ekim 2015 Perşembe

VİNTAGE TUTKUSU

                                                     

Belli bir döneme ait kıyafet ve parçalara vintage denmekte. Artık herhangi bir vintage parçayı yeni ürünlerle kombinleyip kendimize has bir tarz oluşturmak çok trend. Ve bu akımın, gündelik hayatımızın bazen bir parçası, konunun da başlı başına bir sektör olduğunu görüyoruz. Bu, altından çok kolay kalkılabilecek, sıradan bir kombin yapma durumu değil, anında komik veya rüküş duruma düşmekde var işin içinde. Vintage, kendimizden, tarzımızdan, hayallerimizden birçok şeyi bulabileceğimiz, özgür ve özgün bir platform. Bize, eskinin doğallığı ve ruhunu, yeninin çizgisi ile birleştirerek çok farklı, eskilerin içindeyken bile aslında yepyeni bir alanın içinde olabildiğimiz duygusunu sunar. Bu arada ince bie detay, çok sıklıkla tercih edebilmek bayağı bir beceri gerektirebilir.

Vintage olması için belirli bir döneme ait olması, o dönemin ruhunu yansıtması ya da belirli bir dönemde özel bir tasarımcıya ait olması gerekmekteymiş. Kısacası ikinci el demek, vintage demek değil. Vintage giyim tarzı, farklı dönemlere ait stil ve kombinleri yansıtan bir moda akımı. Ben insanın o gün giydiği şeyin, dönemine ve ruhuna girdiğine inananlardanım. Her yerde bir şekilde bize dayatılan trend moda akımlarına sırtını dön ve sezon modasından çok geçmişin izlerini taşımak isteyen kişi ol! Bunun illa giysi olması gerekmiyor bu bir çanta, ayakkabı, aksesuar da olabilir. Vintage kadını olmak isteyenler, annelerinin, anneannelerinin dolaplarını karıştırmaya başlayabilir.
       




BİR KOLTUKTA DÖRT KARPUZ: GOSH PİNK PİE ALLIK


Gosh Pink Pie Allık: Hem görüntüsü çok albenili, hem performans bakımından başarılı bulduğum bir allık. Pembe,lila,kahverengi,şeftali tonlarından oluşuyor. Bu allığı benim genellikle yaptığım gibi bütün renkleri karıştırarak uygulayabileceğimiz gibi tek tek de uygulayabiliriz. Aslında bu renk ton geçişleri bize bayağı bir konfor ve kullanışlılık katıyor. Fırçayı birkaç kere sürdüğünüzde bayağı yoğun olabiliyor.

Pigmentasyonu çok iyi, bazı markalarda olduğu gibi uçuş uçuş olmuyor. Özellikle buğday tenlilerde bu tonlar çok iyi duruyor. Yüze hiçbir şey sürmedende canlı bir ifade katabiliyor. Ambalajı diğer allıklara göre daha ince ve şık. Gratis indirimlerinde kaçırmayın derim. Danimarkalı renkli kozmetik markası Gosh ürünlerinde yolculuğumuz elbette devam edecek.


NEYMİŞ NEYMİŞ? "FİTOTERAPİ" İMİŞ


M. Ö. 2000….. Al bu otu ye.
M. S. 1000…… O ot kötü, gel bu duayı oku.
M. S. 1250…… O dua batıl inanç, al bu iksiri iç.
M. S. 1500…… O iksirin ne faydası var, al bu hapı yut.
M. S. 1750…… O hap etkisiz, al bu antibiyotiği iç.
M. S. 2000…… O antibiyotik kimyasal, al bu otu ye.

Neymiş neymiş, fitoterapiymiş, hastalıkların tedavisi amacıyla bitkilerden faydalanılması ve etkilerinin araştırılması bilimiymiş. Bitkilerin hastalık tedavilerindeki rolü, yadsınamayacak bir gerçektir. Hangimiz en ufak bir soğuk algınlığında bitki çaylarına başvurmayız? Bizdeki detay genelde şifayı kaptıktan sonra içmektir. Oysaki soğuk algınlığından kansere kadar birçok hastalığın tedavisinde faydalı olan bu otların hasta olmadan günlük hayatımıza girmesi gerekir. 

Benim yeşil çay, adaçayı, kuşburnu krizim vardır mesela, içindede bir dilim limon ve bir kaşık bal vazgeçilmezim. Yıllar önce markasına bakmadan tattığım ve hala izini sürüp bulamadığım tarçın çayı, seni ve etkilerini hiç unutmadım, tek bildiğim İzmir'de üretildiğin ve İstanbul'da satılmadığın. Umutluyum tatmadığım tarçın çayı kalmadı, henüz sana ulaşamadım. Tek tek sayılamayacak kadar çok çeşidi bulunan ve ülkemizin doğal zengin bitki örtüsü sayesinde aslında millet olarak çok şanslı olduğumuz bu konudaki zenginliğimizin kıymetini bilelim. Bir nevi Tamamlayıcı Tıp Uzmanlığının konusu olan Fitoterapi, maalesef bizde aktarların elinde kontrolsüz reklam ve satış nedeniyle çokda hakettiği noktada değil. Peki biz napıyoruz, hemen bu otları hayatımıza sokuyoruz. 


12 Ekim 2015 Pazartesi

KISA KISA TÜYOLAR 1


Biliyorum, duyuyorum of bu kadar şeyi hangi zaman, ne arada derede yapabilirim diye sızlandığınızı.  Aslında oturup düşündüğümüzde bunlar o kadar zaman alan hayat pratikleri değil. Yemek pişerken, telefonda konuşurken, beş on dakika erken kalkarak, birşeyi beklerken, televizyon seyrederken, iki muhabbet arası...

KAŞLARIMIZ : Kullanılmamış nemli bir diş fırçası (kaş fırçasıda olabilir) ile kaşlarımızı tarayıp, şekle sokabiliriz. Bunu hafife almayın öncesi ve sonrası arasında çok fark olduğunu göreceksiniz. Yüz demek kaş demek, kaş demek ifade demek. Yüze bakınca asıl ilk algılanan sanırızki gözlerdir, hayır aslında kaşlar ve onun ifademize kattığı anlamdır.

SAÇLAR: Temiz saçımıza bir ölçek sirkeyi, dört ölçek sodayla karıştırıp saçımızı ıslatalım. 15 dakika bekleyip duruladığımızda saçlarımızın daha parlak olduğunu görürüz.

BACAKLAR : Parlaklık istiyoruz fakat çok yağlıda görünmesini istemiyorsak, günlük vücut nemlendiricimiz içine üç beş damla bebe yağı veya tatlı badem yağı ekleyebiliriz. Hem cildimiz nemli ve daha sağlıklı görünür. Aslında en önemsiz görüp, en unuttuğumuz  bölge. İhmal yüzünden pul pul dökülmesi çok sık rastlanan bir durum.

AĞIZ KENARLARI: Günde iki üç kez sayısını kendi keyfinize göre belirleyebileceğiniz sayıda balon şişirmek, bize en hızlı geri dönüşü olan bir pratik. Bizi yorgun, sinirli  ve mutsuzmuş gibi gösteren en bariz nokta ağız kenarlarımızdaki derin çizgiler. Çizgilerin açıldığını veya çok derinse sarkmanın toparladığını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Emin olun birileri ' sende bir değişiklik var, ama ne?' diyecektir. Kendimde ve arkadaşlarımda çok kereler şahit olmuşumdur. Sadece bumu, tabiki kocaman bir hayır. Zaman içinde diğer konularıda paylaşırız. Elbette sigara ve alkol tüketiminde bu çizgiler hem daha erken yaşta, hem daha bir derin olabilmekte maalesef. Hayat sizin, tercih sizin.

YÜZ : Yüzümüzü çok sıcak suyla değil, ılık yada soğuk suyla yıkayalım. Benim tercihim elbette soğuk su. Sıcak su yüzdeki gerekli olan sebum dengesini kurutabiliyor. Banyodan sonra açılmış olan gözeneklerde soğuk su ciltte resmen mühür etkisi yaratıyor. Tıkanmış gözenekler dış dünyadan kirleri, mikropları daha az alıyor. Sadece dikkat : Kuru ciltlilerde soğuk suyun, kış aylarında dahada kurutucu bir etkisi olabilir. Buda ciltte yanma sonrasında çatlama yapabilir. Pamuklu havluyla değil kağıt mendille kurulamak kesinlikle daha sağlıklı. Bekleme lüksünüz varsa kendi kendine kurumasını bekleyin.

8 Ekim 2015 Perşembe

'Y KUŞAĞI' Nİ YETERİNCE TANIYOR MUYUZ ? O BELKİ SİZSİNİZ BELKİDE EVLADINIZ

                     

             
1980 - 1995 yılları arasında doğanlarmış Y nesli. Özellikleri, bağımsız olmayı seven, özgürlüklerine düşkün, kendi görüşlerinden asla vazgeçmeyen, biraz uyumsuz, aşırı bireyci ve otorite tanımayan, kendilerine kurallar koyulmasından hoşlanmayan. Temel değerlerinden birisi 'adalet' duygusuymuş. Kendi görüşlerine uymayan durumlar olduğunda hiç düşünmeden direnişe geçen, tıpkı gezi olaylarında olduğu gibi. Gördük ki kendi görüşlerini anlatmak ve isteklerini kabul ettirmek için günlerce parklarda yattılar.

Toplum başta çoğu kere onları yanlış anladı, tembel, disiplinsiz, apolitik olmakla suçladı. Sonra gördük ki onlar farklı bakış açısıyla bakıyorlar dünyaya, işte sorunda buradan kaynaklanıyor. Özgüvenleri yüksek bu nesil, inançları uğruna sonuna kadar savaşabilir.

Araştırmamda en dikkatimi çeken konu, bu kuşağın ailelerinin çocuklarına çok düşkün olmaları. Çocuklarının bir isteği sözkonusu olduğunda çok çabuk onların seviyesine inebiliyor ve sorunlarını halledebiliyorlar. Aa bu bizi anlatıyor ☺. Yeri geldiğinde birer kanka, arkadaş olabiliyorlar.

Resimde görüldüğü üzere üç parağraftaki anlatımda aslında hep oğlumu da anlatmış oldum. Bu cümlelerin hepsinin altına gözü kapalı imzamı atarım. Çoğu kereler birlikte büyüdüğüm, yirmi iki yaş farkım, bazen anne bazen evlat olduğum, hiç dolaylı konuşamadığım, akıl hocam, bende hep elli yıl yaşamışda sonra bu dünyaya geri dönmüş izlenimi veren, tüm dünya insanları için eşit üzülen, hayvanlar için ağlayan... Bu cümleler böyle akar gider, bitmez. Bu yaş dönemi çocuk sahibi olanlar gülümsüyordur muhtemelen bu satırları okurken. Teşekkür edelim bu nesle bence. Bize çokşey öğrettikleri ve farkındalığımızı yükselttikleri için..

7 Ekim 2015 Çarşamba

LATİN AEROBİK


 Tamamen tesadüf, latin aerobikle ilgili yazı için ekran başına oturunca, bana bu sporu sevdiren ve kendisinden çok şey öğrendiğim ve uzun zaman birlikte çalıştığım Cemil Karabacak hocamı yotube' da görmem tamamen tesadüf. Kendisinden o kadar çok şey öğrendimki. Engin bilgisi ve meslek aşkı eminim onu daha da iyi yerlere getirecektir.
Latin aerobik toplu halde yapılan spor branşları içinde belkide en eğlenceli ve en çok yağ yakılanı. Hareketli, coşkulu Salsa, Bachata, Cha cha cha, Samba, Rumba danslarından oluşabilmektedir. Yani dans deyince bu spor dalında gözünüzde büyütmeyin, hareketler en basitinden, yani hepimizin yapabileceği türden. Mental ve fiziksel olarak gevşeme sağlıyor, sıcacık müzikler sizi alıyor götürüyor. Çok disipline gelememe hallerimden, arada oryantale bağladığımızda çok olmuştur.




5 Ekim 2015 Pazartesi

EN BÜYÜK SİNSİ TEHLİKE


Adını Alman doktor Alois Alzheimer' dan alan bu hastalıkda genetik yatkınlık önemli bir faktör. Sadece beslenmeyle direkt ilişkisi tam olarak ispatlanmamış olmakla beraber, beyin sinir hücrelerinin ölmesiyle birlikte ortaya çıkıyor. Beynin belli bölgelerine bilinmeyen bir nedenle birtakım proteinler birikir ve buda haberleşmeyi sağlayan sinirlerde tahribat yapar. İlk belirtisi unutkanlıkla başlar, yeni bilgileri öğrenme güçlüğü, konuşma bozukluğu, karar verme güçlüğü, kişileri tanıyamama, yolunu kaybetme gibi zihinsel  belirtilerle devam eder.

Halk dilinde 'bunama' diye adlandırılan bu hastalığın eskiden 65 yaş üzeri ağırlıklı olarak ve kadınlarda daha sıklıkla görülmesine rağmen günümüzde bu yaş ortalaması 40'lı, 50'li yaşlara kadar düşmüştür. Beni bu hastalıkta en çok korkutan, tehlikenin yıllar içinde biz hiç farkında olmadan ilerlemesi, ancak çok zaman sonra günlük yaşamı etkiler hale gelmesi ve kişiyi geri dönüşü olmayan çaresiz, bakıma muhtaç bir hale getirmesidir. Sonuç itibariyla beyin tamamen çökmektedir.

Kanserden daha tehlikeli olan bu rahatsızlığa yakalanmamak için ne yapıcaz?
-Koşma, yürüme, bisiklete binme gibi aktivitelerden birini günde en az yarım saat yapmalıyız.
-Kilomuzu kontrol altında tutmalıyız.
-Beynimizi aktif bir şekilde çalıştırmak gerekliymiş. Sadece bulmaca çözmek değil, kitap okumak, yabancı dil öğrenmek, beyni zorlayıcı yeni bilgiler öğrenmek.
-Sosyalleşmek. Yeni arkadaşlar, yeni sosyal aktiviteler, örneğin dans kursları gibi.
-Şeker, tansiyon ve kalp rahatsızlığını kontrol altında tutmamız gerekiyor.
-Koyu renkli kabuğu olan meyve ve sebzeleri tercih etmeliyiz. Folik asit, omega-3 yağ asitleri ve E vitamini üçlüsünün kullanımında hastalık riski dahada azalmakta.
-Kişiliğimizi değiştirmeliymişiz. Depresyona yatkın, stresli değilde bir amaç edinip, kendimizi disipline etmeli, sorumluluk sahibi olmalı, üreten bir yaklaşımda olmalıymışız. En çok bu maddeyi sevdim. Dünyada herkes böyle olsa hiç sorun kalmaz zaten, düşünsenize herkes kendi işinde, gücünde.


BURNING MAN FESTİVALİ


ABD' nin NEVADA eyaleti Black Rock Çölü' nde her yıl farklı bir temanın seçildiği etkinlik, en büyük açık hava sanat ve müzik festivali. Dünyadan birçok sanatçı, müzisyeninde katıldığı Burning Man ( Yanan Adam ) Festivali, medeniyetten çok uzakta kurulan bu marjinal şehirde birçok etkinlik ile kutlanırken, son gün adam silüetindeki heykelin yakılmasıyla son buluyor. Bir hafta süren festivalde, insanların kendilerini en radikal şekilde ifade etmelerinin ortamını sunarken düşününki internet, telefon, alışageldiğimiz konfor, duş yok. Din, ırk gibi sosyal statülerin sıfırlandığı bir düzen.
Orada festival süresince 1.kural ' arkanda çöp bırakma', 2.kural ' kendi hayatından kendin sorumlusun.' İhtiyacın olan birşey almak istediğinde paran geçersiz, satmak-satın almak yerine sadece hediye almak - hediye vermek durumu geçerli. Her yıl çekilen tanıtım videolarının hepsi birbirinden ilginç ve marjinal. Ben 2012 yılı çekileni hem görsel hem müzik olarak çok beğendim ve paylaşmak istedim. Moda çekimi gibi de olmuş aynı zamanda. Ayrıca bu arada bunu bloğunda ilk paylaşan olmanın mutluluğuda müsaadenizle benim olsun. İyi festivaller.