15 Aralık 2016 Perşembe

EN İYİ HAYATTA KALMA HİKAYESİ : "ÖZGÜRLÜK YOLU"


İzlerken ben de o yolculuğu yaptım, ben de o karda dondum, çöl sıcağında yandım, açlıktan tükendim, susuzluktan kavruldum. Yorgunluktan bitap düştüm ancak yine de umudumu hiç kaybetmedim. Bu bir yol hikayesi. Manzara görüntüleri uçsuz bucaksız. Bunda filmin sponsorunun National Geographic olması etken. Oyuncuların o tükenmişliğini beynimize resim gibi kazıyan plastik makyaj ve sanat yönetmenliğine şapka çıkarılır. 


Üstat yönetmen Peter Weir, oyuncular Colin Farrell, Ed Harris, Jim Sturgess diye diye gidiyor. Film, 1940' da Sovyet Rusya’ya bağlı Sibirya esir kampından kaçarak kışta kıyamette, ta Sibirya’dan Hindistan’a 6.000 kilometre yürüyen, birbiriyle hiç alakası olmayan bir grup esir insanın hikayesi.


Diğer yandan karakterlere ne sempati duyuyoruz, ne de onlarla duygusal bir bağ kuruyoruz. Tek başrol Tabiat Ana. Sadece insanın tabiat ile ilişkisine yoğunlaşan filmde hiçbir oyuncu da öyle ön plana falan çıkmıyor. Neyi düşüneceğine bile, sözde özgürlük  naralarıyla devrim yaptığına inanan psikopat askeri liderlerin karar verdiği ve düşünmeyince sadece katleden sol sistemlerin, bir tür eleştirisi de var satır aralarında. Bir demirperde çığlığı. 


En çarpıcı sahne, bunların bir grup kurdu bir hayvanı yerken bulduklarında kurtları kovalayıp, parçalanmış hayvanı kurtlardan farksız bir şekilde çiğ çiğ yemeleriydi. Son olarak film bitti ve kendimi yollara vurasım geldi, şöyle çıksam İstanbul'dan varır mıyım Hindistan’a. Kimbilir? Ya da onlar ulaşmış mıdır menzile? Aklımda kalan son olarak savaş mı daha acımasızdır, yoksa doğa mı ?

28 Kasım 2016 Pazartesi

VAROŞ - VAROŞLUK - VAROŞ OLMAK


Gecekonduda büyümek, kırsalda doğmak ya da kısıtlı bir bütçeyle yaşamak zorunda olmak mı varoşluk? Ya da daha ilk zorlukta bırakıp terkettiğin topraklarının o güzelim geleneklerini unutmak mı?

Çok okul okumuş olman, çok varlıklı  olman da bu gerçekliğin üzerini örtemez. Peki o zaman nedir sorunun, seni daha az incitmesi mi barksızlığın? Öğretmeninin daha ilkokuldayken "eviniz kaç oda sorusu mu?" incindiğin. Haklısın zamanının önemli bir bölümü büyük şehrin başdöndürücülüğü ile kendin arasında derin bir "kendini arayış" ile geçmiştir belki. Hep karşı çıktığım bu ayrıştırıcı ifadeye son zamanlarda pek bir takmış durumdayım.

Söyleneni yanlış anlarsın çünkü para dışında hiçbir değer ölçütüne sahip değilsin. Kadınlara zerre saygı duymazsın. Varoşluk, bence özürlü doğmuş bir çocuk gibidir. Hep tutturulamayan bir ölçüsüzlük vardır ; arkadaşlıkta, eğlencede, saç - giyim stillerinde. Herşeyin janjanlı dört dörtlüktür de tek bir sarfettiğin kelime herşeyleri ele verir, sen yine farketmezsin. Maddi  bir ayırımcılık değil ifade etmek istediğim. Peki bundan bana ne o zaman. Çünkü o kadar çoksunuz ve her dakika hayatlarımızın içindesiniz ki! Aslında bizlere ve topluma büyük bir manevi yüksünüz. Keşke çiğliğinin, kompleksinin farkında olabilse, yamalı bohça ruhunu bir özgür kılabilse, işte o zaman tam anlamıyla olduğunu iddia ettiği gerçek demokrat, gerçek hümanist bir zihniyete kavuşmuş olacaktır. Bir özgür kılabilse...

18 Ekim 2016 Salı

BİZ "KARİTE YAĞI" DİYORUZ, SOSYETE İSE "SHEA BUTTER"


Yeryüzünün en fakir ülkelerinden Burkina Faso ve Gine' de ağacın ceviz büyüklüğündeki meyvesinden elde edilir. O ağacın meyve vermesi 25 yıl, ağaçların ömrü ise 250 yıl. Nasıl bir zahmet ve emek artık siz tahmin edin. Resimlere bakınca durum ortada zaten. Okuma - yazma oranının çok düşük olduğu bölge kadınlarının tek geçim kaynağı karite yağı. Ve oranın halkı yüzyıllarca bunu, saf ve katı form şeklinde çatlak, yanık, yara tedavisinde ve cilt nemlendiricisi olarak kullanmış. Yüzümde yağ patlamasıyla oluşan derin yaralar için hiç inanmadan kullandım ve iz bırakmadan kısa sürede geçtiğine şahit oldum. İlk sürünce yağlı gibi olan elinizde iki üç dakika sonra hiç yağ kalmadığını görürsünüz, yani bir zeytinyağı kıvamı gibi asla değil.


Kuru ciltlerde çok iyi bir nem maskesi, el ve tırnak bakımı, ayak ve dirsek bakımında, dudak kremi olarak, haftada bir saç bakımında kullanınız. Saçların kırılmasını, dökülmesini engeller. Yüksek oranda A ve E vitaminleri içerir. Elinize alınca eriyip sıvı hale gelen Karite yağı, çok iyi bir güneş koruyucudur. Merak etmeyin asla gözenekleri tıkamadığı gibi, ciltte elastikiyeti artırır. Nemlendirir, yumuşatır, yeniler, çok iyi besler.

En işlenmemişini alarak, hem en doğalını hem en ekonomik olanını tercih etmiş olursunuz. Doa Kozmetik, Tekin Acar, L'occitane mağazaları en organik olanını bulabileceğiniz, en güvenilir yerler.


HERYER YEŞİL HERYER PARKA


Yeşil parkanın, 60' lı 70' li yıllarda sol hareketin bir simgesi, tamamlayıcı bir objesi olduğunu bilmeyen yoktur. Yıllar içinde hep alıp almamak konusunda ikilemde kaldığım bir konudur Yeşil Parka. Yeşilin her tonunu seven biri olarak, yakası kürklü, çok iyi ısıtan, yağmurdan koruyan, kocaman geniş cepleri olan bu haki yeşil objeden moda markaları niye yıllardır hiç vazgeçmedi diye de düşünmek lazım. O zaman ne diyoruz "heryer yeşil, heryer parka". Tam da mevsimi.

Geçen sezon edindim bir tane. Kimi fikirlerinden dolayı geçmişe bir selam olsun diye giyer, kimi moda diye. Ha bu arada bu kadar popüler olmasının nedeni, ceplerinin kitap alacak kadar büyük ve geniş olması da derler. 1976' da Cem Karaca' nın "Parka" isimli şarkısından bir alıntıyla bağlayalım konuyu ve çok büyük bedellerin ödendiği o dönemlere de bir selam çakalım.

Dedenin üç aylıktan alınmıştı o parka
Kirli yeşil bir renkti eskiceneydi parka
Üst cebi sökülmüştü kullanılmıştı parka
Bir sabah onun sırtında çıktı gitti o parka
Parkasıyla vurulmuş yatar iken buldular
Dört hain kurşun değmiş delik deşikti parka...


18 Eylül 2016 Pazar

GAME OF THRONES ÇILGINLIĞI


Aslında anlat anlat bitmez bir konu bu. Aylardır bekletiyorum bunu çünkü hislerime tercüman  olabilecek  cümleleri bulamıyorum.  Ne anlatsam basit ve yavan kalır. Yedi krallığın amansız mücadelesi, deli oyuncu kadrosu, etkileyici jeneriği. David Benioff ile D. B. Weiss tarafından yaratılan fantastik ve epik televizyon dizisi. Görüntüler, çekimler, mekanlar, diyaloglar, ilginç kostümler, gerilim, şiddet, erotizm yok yok dizide. Çıplaklığın en masum, en doğal hali.  Bu dünyada bir ilk. Klişe olan hiçbir şey yok hatta hiçbir tabudan çekinmemişler. Öyle naiflik falan da aramayın.


Klasik yakışıklılık klişelerini yıkan Khal Drogo,
Targaryen kızımıza karşı duyduğu yüksek sadakat ile saygı nesnesi ve ona karşılıksız büyük aşkla bağlı insan Mormont,
Tüm sezonlar boyunca tek repliği " Hodor " olan ve unutulmazlar serisine giren Hodor,
Dev iri cüssesinde kocaman da bir iyilik ve görev insanı ruhunu  hakkını vererek yaşayan kadın muhafız Brienne,
Yaptığı bir hatanın veya ihanetin bedelini çok korkunç dramatik şekilde defalarca ödeyen Greyjoy,
İlk defa bir karakterin ölmesini izlemeyi dört gözle beklediğim, sapık, psikopat Bolton,
Entrikacı, güven vermeyen malum mekanların işletmecisi Baelish,
Diziden erken ayrılsa da efsane oyuncu  Sean Bean,
Tuhaf, vahşi insanlar topluluğu Kuzeyliler, daha da vahşi olan Akgezenler,
Adil, güzel kızımız,, ejderhaların annesi, kraliçemiz Daenerys Targaryen,
Vee başrol abimiz Jon Snow,
Ve daha birçok başrol...
Yine de ben derim ki Arya Stark gibi kızım olsun, duyguların en asil insanı, Cüce Tyrion Lannister gibi kankam olsun. Bana artar yeter..,



16 Eylül 2016 Cuma

SEVMEYEN SEVMEZ - SEVEN VAZGEÇEMEZ


En altın çağını  1980' lerde yaşadı, hatta bir ara her tarafında bir sürü cepler vardı ya da orasından burasından tuhaf aksesuarlar fırlardı. Bu bir moda akımı mıdır, gerçekte bir ihtiyaç, bizi ısıtan bir dış giysi midir bunun tam net cevabını bilmiyorum. Bence bunlar ikinci planda yani deri mont giymemizin görünürdeki bahanesi. Asıl neden, bağımlılık yapması, tutku nesnesi, hislerimizin tercümanı, protest duruşumuzun sembolü, hep de tutarlı olmamak gerekliliğinin, öteki olmayı göze alabilmenin sembollerinden. Benimse hislerimin tercümanı, bağımlılık yapmış vazgeçilmezim..

Ne kadar giyilmiş ve yıllanmışsa yani eskiyse o kadar karizma olan en sadık en cool sonbaharlığımız. Sert, asi ve pervasız. Verilen her lirayı hakeden karizma nesnesi.

Düşününce en aklımda yer eden, Top Gun filmindeki Tom Cruise' in pilot modeli montu ve Dövüş  Klübü filmindeki Brad Pitt' in hiç üzerinden çıkarmadığı acı kahverengi deri montu. En iyi duran elbette siyah sonra kahve tonları. Şu anda her renk, her model ve farklı kesimleri olabilmekte. Diğer tamamlayıcı parçalar en sade, düz, basit, sıradan olabilir. Yeter ki tek starım montum olsun.

13 Ağustos 2016 Cumartesi

İPEKSİ BİR CİLT GÖRÜNÜMÜ İÇİN PUDRA VE ÇEŞİTLERİ


Yüzümüzü pürüzsüz gösteren, gözeneklerimizi kapatan pudralardan bahsetmek isterim. İki tür var, toz pudra ve sıkıştırılmış ( kompakt ) pudra. Birincisi toz pudralar, genelde transparan pudra da dediğimiz makyajı sabitlemek, fondötenin yüze oturması, ciltte parlamayı önlemesi amacıyla kullanılır. Renk skalası azdır. Kapatıcı özelliği yüksek değildir. Toz pudra, en başarılı pudra ponponu ile uygulanır. Ponponu, ürüne az miktarda batırarak diğer elimizin avucunun içinde ürünün fazlasını bırakarak ponponda kalan miktarı hafif tampon hareketlerle yüzümüze aşağıdan yukarıya doğru uygulamalıyız. İşlemi hızlıca yapmalıyız ki yüzümüzün ısısı emisyonu değişmeden tüm yüz tamamlanmalıdır.


İkincisi sıkıştırılmış ( kompakt ) yani fırınlanmış pudraların daha fazla renk tonlarını bulabiliriz. Kapatıcılık ve kalıcılık özelliği yüksektir. İster fondöteni sabitlemek amacıyla kullanın ister sadece nemlendiricinin üzerine kullanın. Pudra fırçasıyla hafif dokunuşlarla uygulamak en iyi yöntemdir. Güneşten korunmak için nemlendiriciyle karıştırdığım güneş kremi veya BB kreminin üzerine kullanıyorum. Yüzü tam bir koruma bariyerine hapsediyorum. Ciltte gün içinde sıcağın da etkisiyle oluşan parlamayı yağlanmayı minimuma indiriyorum. Burada dikkat edilmesi gereken nokta pudranın cildi kurutucu etkisinden dolayı, cildi kurumaya yatkın olanlar ürünü daha az kullanabilirler. Fondöten daha zahmetli ve biraz da ağır bir ürün olduğu için pudra her zaman daha bir pratik, cankurtaran gibi daha hafif, bir kurtarıcı ürünümdür. Varlığı belli belirsiz ancak sihirli  etkisi de bir o kadar yüksektir. Markalarla ilgili tecrübelerim de başka bir paylaşımda.


23 Haziran 2016 Perşembe

MESELE KAZANMAK DEĞIL BİR ULUSUN KAHRAMANI OLABİLMEK? BİR EFSANE "AYRTON SENNA"


Uzun süredir bir paylaşımda bu kadar heyecanlandım. Bu bir film değil sonu itibarıyla de bizi darmadağın eden, kalpleri sıkıştıran duygusal bir yolculuk. Otoritelerce gelmiş geçmiş en büyük yarış pilotu olarak kabul edilen Senna, 1994 yılında, 34 yaşında yarış  esnasında direksiyon milinden kopan bir kaynak parçasının başına saplanması sonucu öldüğünde, 3 kez Formula 1 şampiyonluğu elde etmişti. Brezilya' lı varlıklı bir aileden gelen alçakgönüllü, utangaç, devamlı tanrı inancını vurgulayan, ülkesine milyonlarca bağış yapacak kadar vatansever bu insanın belgesel ve çoğu arşiv görüntülerini izlerken rekabetin sadece pistte olmadığını, federasyonla olan çekişmelerinde görüyoruz. O dönem, F1’in bozuk düzeni ve adaletsizlikleriyle korkusuzca mücadele eden,  para - siyaset - entrikalar dünyasında çoğu engellemelere rağmen inanmadığı durumlarda da sözünü esirgemeyen bir karakter.


2011 yapımı ödüllü ve çok ses getiren biyografi filmin yönetmeni Asif Kapadia. Yarışlara ilk başlaması, yükselişi, dünya şampiyonu Alain Prost ile rekabeti, ülkesi Brezilya' da insanların fakirlikten kırıldığı askeri diktatörlük döneminde halkına bir umut ve sevinç kaynağı olması çok iyi bir kurguyla anlatılmış. Sadece büyük bir yarışçı değil aynı zamanda bir ulusun kahramanı. Cenazesinde sokak röportajlarını izlerseniz ne demek istediğimi anlarsınız. Ölümünden sonra ailesinin adına kurduğu vakıf 12 milyon çocuğa sahip çıkmakta. Mesele kazanmak değil anlasanıza. Üstün ve korkusuz pilotluk kabiliyeti değil sadece konu, kişilik özelliğin, sahip olduğun yüksek değerler. Pistte kaza olduğunda diğerleri tam gaz yarışa devam ederken bizzat aracını durdurması ve rakibini gidip görmesi, duygusal olarak etkilenmesi benim dikkatimi çeken detaylar. Öldüğü son yarışta Michael Schumacher' in aracını durdurmaması ilginç. Senna' nın ölümüyle meydanın Schumacher' e kaldığı konusu da spor yorumcularının ortak fikri.


Beni en çok etkileyen mücadeleci ruhu ve kabına sığamayacak kadar bu spora gönül vermiş olması. Bir yarıştan sonra kendisini o kadar kaybeder ki araç durduktan sonra ellerini direksiyondan parmak parmak kurtararak ayırırlar. Bu nasıl bir hırs, motivasyon, kazanma ve mücadele örneğidir?

Mesele kazanmak değil anlasanıza. Kimdi kahraman? Başkasının rüyasında bile göremediğini hayal edip gerçekleştirebilendi.. Kendi işini en iyi şekilde yapan, bunun için fedakarlıktan kaçınmayan, zorlukları bahane etmeyen insandır kahraman, yeri geldiğinde herşeyi geri plana atıp, kendinden önce başkasını, takımını, ülkesini, menfaatini, okulunu, adaleti öne alabilendir, kahraman..Bilmem anlaşıldı mı????


6 Haziran 2016 Pazartesi

ELMA YAĞI


Ne kadar eski insanlar gibi yaşayabilirsek bir o kadar sağlığın yolunu bulabiliriz ya da ileride olabilecek sorunları biraz daha öteleyebiliriz gibi geliyor. Elbette bunun zorluğunun farkında olsak da halatın bir ucunu yakalamaya çalışalım. Artık, uzun yıllar "kocakarı ilacı" diye baktığımız biraz da geç keşfedilmiş şifalı otları ve yağları hayatımıza mutlaka sokmalıyız. Ve bunların satışı kesinlikle eczanelerin kontrolü altına girmeli. Çok farklı fiyat skalalarında ve birçok farklı marka ismi altında satılan ürünler kafa karışıklığı yaratmakta. Her zaman biraz pahalı olsa da eczanelerde satılan yağ markaları daha güvenilir.


Elma yağı bebeklerde, inceltilmesi koşuluyla gaz sorununu, karın ağrılarını giderir. Mikrop öldürücü özelliğinden dolayı yaraların iyileşmesinde faydalıdır. Kuru - çatlamış ciltleri onarır, sivilce tedavisinde etkilidir. Saça parlaklık ve yumuşaklık veren özelliğe sahiptir. İdrarı artırır, aşırı terlemeyi önler. Suya damlatılarak içilir. Daha da bu faydalar devam eder gider. Güvenilirlik açısından, elma cenneti Amasya' ya yolunuz düşerse alabilir ya da tanıdıklarınız varsa getirtebilirsiniz.

6 Mayıs 2016 Cuma

ELMA SİRKESİ VE CİLDİMİZ

Gece yatmadan önce bir litre kaynatılıp az soğutulmuş sıcak suya koyduğumuz yarım çay bardağı elma sirkesi karışımını cam kaseye hazırlayın. Küçük bir yüz havlusunu bu suyla komple ıslatıp, fazla suyunu sıkıp yüzümüze kapatalım. Havlu soğuyunca işlemi üç, dört, beş kere tekrarlayabilirsiniz. Sorunlu, akneli, koperozlu, kimyasal işlem görmüş, alerjen ciltler yapmasın. Haftada veya on günde bir, 2-3 gece tekrarlayın. Cildiniz eskisinden çok daha parlak bir görünüme kavuşur. Hassasiyet hissettiğiniz an işlemi bırakın.

PAÇA ÇORBASI VE BARFİKS

Son haftalarda iki takıntım var. Birincisi çok sıklıkla "paça çorbası" içiyorum. Bazen ağzımda büyüse de. Onunla aramda bir bağ kuruyorum, tabağıma göz kırpıyorum😂. Napayım başka türlü çekilmiyor. Olsun çok faydalı, kemiklerimizi kalkan gibi koruyor. İkincisi barfiks kullanmak. Basit bir aparat, koridora takılabilir. Bel, sırt, göğüs ve kol kaslarımız güçlensin. Biz hanımların kolları genelde güçsüzdür. Başta çok zor oluyor ancak alışılıyor. Kolay, ucuz, pratik hiç de zaman almıyor. Aman kendinizi fazla zorlamadan.


EDEBİYATIMIZIN TEMEL TAŞLARINDAN "KÜRK MANTOLU MADONNA"


Türk Edebiyat tarihinde çok ayrı bir yeri olan, 1948' de yani daha 41 yaşındayken şaibeli vefatı ile kısacık ömründe büyük eserler bırakmış insan Sabahattin Ali' nin müthiş kitabı. O yıllarda yazdıklarından dolayı ya hapishane günleri ya da fakirlikle geçen öğretmenlik yılları. Sinop hapishanesinde yazılan 'başın öne eğilmesin, aldırma gönül' hep bir içimizi burkmaz mı? Bu kitap da içimde kaldı, aklımda yer etti. Kalp gözümüzü açan, insanlara daha derin baktıran kitap...


Peki ne öğrendim?

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını, herkesin tutkusunun kendisine ait, unutamamanın kitabı olduğunu,

Kişilerin aşk ve ölüm karşısındaki çaresizliğini, yazarın insan psikolojisi ve davranış modellerini hem de hiç sıradan olmayan bir anlatımla çözdüğünü,

Raif Bey' in kendi kurduğu küçük dünyasına hapsoluşunu, görünürdeki hayatının ne kadar fakir ve sıradansa, iç dünyasının bir o kadar zengin ve sıradışı olması çelişkisini yani aslında herşeye inat kendi dünyasında avunmasını, ne kadar değil nasıl sevdiğini öğrendim.

Küçümsediğimiz, hor gördüğümüz, basit bulduğumuz, bize sıradan gelen herhangi bir insanın da ne kadar zengin bir iç dünyası olabileceğini kavramamızın en güzel ve şaşırtıcı örneklerindendir Raif bey...

Aşkın hallerinden acıklı bir öğleden sonrasıdır ve bir gecede okunasıdır roman. Yıllar sonra bile aklımıza geldiğinde içimiz kıyılır. Onun yanında durup o tabloya bakmışsınızdır siz de. Ya da sokakta gördüğünüz duman rengi paltolu düşküne acımışsınızdır da para vermişsinizdir. İliklerine kadar aşkla sınanmış bir kalbin nasırlı ellerine bir şarap parası bırakıp yürümüşsünüzdür....










2 Mayıs 2016 Pazartesi

"HERŞEYİN TEORİSİ" FİLMİ


Çok etkilenerek izlediğimi söyleyebilirim. En dikkat çekici cümle şuydu : İlk tanıştıkları zamanlarda kız soruyor Stephen Hawking' e "Neden Tanrı'ya inanmadığını söylemedin?". Cevap: "Bir fizikçi, doğa üstü bir yaratıcının, hesaplamalarını bulandırmasına izin veremez."


Ne desem, nerden başlasam bilemiyorum. Düşünsenize dünyanın en saygın üniversitesinde en parlak öğrencilerdensiniz, önce Oxford sonra Cambridge derken bir anda 21 yaşında patlak veren ALS yani bir nevi "motor nöron" hastalığı. Beyin dışında sinir sistemini giderek felç eden bir rahatsızlık ve tedavisi yok. Film, fizik alanında Einstein' dan sonra dünyaya gelmiş en büyük bilim adamı kabul edilen Stephen Hawking'in ilk eşi Jane Wilde ile üniversitede tanışıp, yirmi beş yıl evli kalmalarının hikayesi. Hawking'i canlandıran oyuncu Eddie Redmayne o kadar iyi oynamış ki, 2015 en iyi erkek oyuncu ödülünü kaptı. James Marsh' ın yönettiği film, Hawking'in bilimsel başarıları, kendisi ve eşinin bu ilerleyen rahatsızlığından dolayı yaşadığı zorlukları gayet iyi dengeleyerek aktarmış. Karısı, eşinin yemeğinden banyosuna, okula götürülmesinden bilim alanındaki çalışmalarına kadar eli ayağı oluyor. Karısı olmasaydı bu bilim insanı bu kadar yaşayabilir veya bu kadar başarılı çalışmalar yapabilir miydi? Yürek burkan da bir film. Sonrası mı onu da siz izleyin ve görün.


"HERŞEYİN TEORİSİ" aynı zamanda Stephen Hawking'in bir eseri. Fizik profesörü bu kitabında, genişleyen evren, kara delikler, evrenin kökeni ve geleceği, zamanın yönü ve boyutları, büyük patlama, termodinamik yasaları, genel görelilik teorisi gibi birçok havada asılı kalan soruları, bilimsel kanunlarla ayakları yere basar hale getirmiştir. 

29 Nisan 2016 Cuma

İKİNCİ EL TUTKUSU


Bizler genel anlamda hava atmayı sevdiğimiz için birşeyin ikinci el olma haline pek bir burun kıvırırız. Aman "etraf ne der", "vah vah bugünlere mi kaldı" safsataları arasında paşa torunu olma hallerimizden asla taviz vermeyiz. Oysa ki ikinci el giysi ve eşya yurt dışında ciddi büyük bir pazarı, piyasası olan, çok geniş bir alan. Zenginlerin de kullandığı bir mecra. Üstelik bu ülkeler bizden kat ve kat gelişmiş ekonomiler. Örn; İngiltere ve ABD gibi. Bizler tüketim çılgınlığımıza devam edelim, gerekirse yirmi dört ay taksit ödeyelim, olsun yeter ki ikinci el yani onun eskisi, bunun püsküsü olmasın. Gittigidiyor ve sahibinden.com siteleri bu boşluğu bir nebze de olsun dolduruyor.


Hani derler ya, bir önceki hayatımda eskici miydim neydim? Bu farkındalığı biraz geç keşfedenlerdenim ve yavaş yavaş bir tutkuya dönüşmeye başladı. Bu ayrı bir kültür demeyeyim de duygu meselesi. Alınıp hiç giyilmemiş ikinci ele düşmüş çok iyi bir marka da olabilir bu giysi veya çanta. Kitap belki. Veya başka birşey. Komik bir fiyata alınmış dünya markası bir parçayı, çok pahalı bir marka giysinizle de tamamlayabilisiniz. İşte hem ucuz hem tarz giyinmek diye buna denir ve de kombininizin eşi benzeri de yoktur. Çekinceniz varsa da kim görecek, kim bilecek?
Satan da malını çöpe atmamış, değerlendirmiş oluyor bir nevi. Düşünsenize bir öğrenci evi pekala en ekonomik şekilde ikinci el eşyalarla döşenebilir. Herşeyde tercih edilmeyebilir, temizini, kirlisini, iyisini ayırt etmek artık sizin çabanıza ve zevkinize bağlı. Elektronik eşyalarda karşıyım yani o alanı çok bilmiyorum. Biz en azından arkadaşlarımızla aramızda bazen birimize küçük, dar veya bol gelen ya da sıkıldığımız giysilerimizi değişim yapıyoruz ve de çok mutlu oluyoruz. Yani trampa ekonomisi uyguluyoruz. Tavsiye edilir.


27 Nisan 2016 Çarşamba

KİRPİK PERMASI NEYMİŞ ?


Bir kere bu uygulama kesinlikle kendi başımıza yapabileceğimiz birşey değil. Zararlı olduğu yönünde hakkında karalamalar olsa da ben hiçbir olumsuzlukla karşılaşmadım. Senede bir veya iki kez yaptırılabilir. Kirpik kıvırıcı yani karlaj kullanmak her seferinde zor geliyorsa uzun süreli etkili yani kirpik permasını uygulayabiliriz. Aynada gözlerimize bakınca genelde düz kirpiklere sahip olduğumuz için direk göz kapaklarımızı görürüz. Oysa kirpik perması ile kıvrımlı kirpiklere kavuşabiliriz. Kirpik permasını bildiğimiz saç perması ile karıştırmayalım. İçindeki ilaç büyük oranda azaltılmış yani varsa eğer zararı çok minimize edilmiştir.


Belki hoşunuza gitmeyebilir, o yüzden uygulama resimleri eklemedim. Az zahmetli, maksimum 40 - 50 dakikalık üç aşamalı bir işlem. Ancak sonucu çok güzel. İlk seferde kıl yapısı inatçıysa ikinci ve üçüncü uygulamada daha başarılı sonuç alınacaktır. Aradaki zaman periyotları bir - bir buçuk aydan az olmamalıdır. Etkisi 2 - 3 ay sürecektir. Bu çok tecrübeli ellerde yaptırılması gereken butik ve özel bir işlemdir. Üzerine sürülen rimelle kirpikler harika görünecektir. İlk yaptırınca söylediğim 'a benim kirpiklerim varmış ve uzunmuş' oldu. Sizin de öyle olacaktır.



16 Nisan 2016 Cumartesi

BİRİ ARSIZ GÜZELLİK DİĞERİ ASİL ZERAFET


İki favori ağacım vardır benim. Biri erguvan, diğeri manolya. Erguvanım yani tam da bu mevsimde aynı yerden dalından hatta gövdesinden bile ikişer üçer tane çiçek açacak kadar arsız erkek çocuğum. Baharda hiç bekleyemez, daha yapraklanmadan direk çiçek açar. O kadar sabırsızdır. Hristiyanlığın ve Bizans' ın zenginlik ve gücü temsil eden önemli simgelerindendir. Erguvan moru o dönemler sadece kralların giysilerinde kullanılabilirdi. Bizans çiçeği dense de, bugünlerde benim için İstanbul demek ERGUVAN demektir. Boğazın pempe süsü, bahar müjdecim. Tabiattaki en güzel renge sahip mor salkımlarınla gönül yaylarının gevşediği zamana denk gelensin. 

Yine kışın o kocaman ve parlak yapraklarını dökmeyen, Mayıs, Haziran gibi çiçek açmaya başlayan asil, vakur, nazlı, endamlı kızım yani MANOLYAM. Ağacının cüssesine bakıp da bir odun dalı deyip aldanmayalım lütfen. Göründüğünden narindir, hassastır, kırılgandır. Dokununca kararır, solar yani uzaktan sevmek gerekir. Beyaz açan çiçeğinin zerafetine ve aromatik kokusuna aşık olunasıdır. Parfüm yapımında kullanılan iri beyaz çiçeklerinin kokusu gece kokusu mu veya ten kokusu mudur bilemem ancak gözlerinizi kapattığınızda sizi ziyarete gelir. 


Manolya ağacı, bulunduğu ortama, mekana prestij kazandırandır. 1955' de "Koklamaya Kıyamam, Benim Güzel Manolyam" bestesiyle Zeki Müren ilk Altın Plak Ödülü almıştır. Şarkısı bile kendi gibi çok naif. Hangi kadın olmak istemez ki koklamaya, dokunulmaya kıyılamayacak kadar çok sevilen bir manolya olmayı?



15 Nisan 2016 Cuma

GÖRÜNTÜ UĞRUNA SAĞLIKTAN VAZGEÇMEYELİM


Boyalar saçın doğal pigmentlerini bozar, çabuk kırılır ve rengi matlaşır. Ayrıca saç boyalarının içinde bulunan kimyasal döküntülerinin, yıllar içinde kadınların rahminde izine rastlandığını biliyor muydunuz? Boyalardaki onlarca zararlı kimyasal, mesane ve rahim kanseri tetikleyicisi. Duyduğumda yaptığım ilk şey kınaya geçmek oldu. Yakışıyor mu hayır, umurumda mı hayır. Memnun muyum evet. Artık saçım dökülmüyor ve daha parlak. Hint kınası değil normal bildiğimiz kına, içine limon, çay, yumurta sarısı, yeşil ceviz kabuğu birazda su ile balçık kıvamı elde edin. Saçınıza sürün streç folyoyla sarıp bekletin. Hazır kınayı sürmüşken bakım da olsun diyorsanız zeytinyağı, badem, argan, susam, hindistan cevizi yağı, bepanthen ampul, evigen ampul artık elinizin altında hangisi varsa karışıma katabilirsiniz.

12 Nisan 2016 Salı

EN ÖNCE VE İLLA SAĞLIK OLSUN


CAN YÜCEL

1926 doğumlu, şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır. Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. İlham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 1999 yılında vefat etmiştir. Türkçenin lezzetlerinden, bize şiiri sevdiren, kafiye mafiye diye sınır tanımayan Can Baba....İyi ki herkes seni anlamıyor ve sevmiyor. Adamı adam olan anlarmış, Can Yücel' i de "can" olan....

EN ÖNCE VE İLLA SAĞLIK OLSUN
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama. 
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine...
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis.
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskiden
yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, Ohhh şöyle bir hafifle...
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık.
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından
makas al...
Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken?...
Kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler
kapını tıklattı?..
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?...
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara!...
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!...
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller
açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun...
Saklama tabakları, bardakları misafire. Sizden ala misafir mi var bu
dünyada?..
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç
değil.
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik
bıraktıklarını tamamlar gibi. Tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!


YENİ ŞİFAHANEM : " HİNDİSTAN CEVİZİ YAĞI "


Yakın bir zamanda arkadaşımla Eyüp' e gitmişken tarihi Osmanlı baharatçısı denilen aktara girdik. Yine onlarca yağı ve otu, bitkiyi faydalarıyla ilgili tecrübe etme çabamızın bir uzantısı olarak "İğde Ağacı Yağı ve Hamamelis Otu" almaya karar verdik. Çoğu şeyi denemiştik çünkü. Verdik de satıcının yüzü görülmeye değerdi. "Abla yüzlerce ürün var bula bula bunu mu almak istediniz? Yerine yok şunu vereyim yok bunu vereyim?" Hiç biz ikna olur muyuz? Hele uzun süredir bunlara kafa patlatıyorken. Tereciye tere satılır mı? O bir söylüyor biz beş. Çok bilmişliğimizle satıcıyı altetmenin verdiği mutlulukla ancak bir o kadar da hayal kırıklığı ile gereksiz başka şeyler alıp çıkmıştık.

Yağlar demişken, hindistan cevizi yağı, İtalyan markası Erboristica' dan. Eczanelerde satılan organik bir marka. Dileyen yiyebilir de, o kadar organik. İçeriğinde bulunan laurik asit ve kaprilik asitten dolayı birçok hastalığa karşı bağışıklığımızı güçlendirir. Çok iyi bir makyaj temizleyici, su ile seyreltilerek ağızda gargara yapılabilir. Çünkü ağızdaki zararlı bakterileri yok ediyor. Göz altı torbaları ve ince çizgileri açmada etkili. Yüze, saça ve tüm cilde de nemlilik vermesi için uygulanabilir. Zayıf ve çabuk kırılan tırnaklara, hamilelikde oluşabilecek çatlaklara önlem olarak, masaj yağı olarak, dudak koruyucu olarak yani daha birçok amaca hizmet edebilir. Tam bir şifahane gibi. Oda sıcaklığında katı bir yağ, sıcakda ise sıvı. Ten hemen emiyor ve hiç öyle vıcık vıcık değil. Kokusunu duysanız dayanamaz hemen alırsınız. Ben aldım, iyiki de almışım.