29 Nisan 2016 Cuma

İKİNCİ EL TUTKUSU


Bizler genel anlamda hava atmayı sevdiğimiz için birşeyin ikinci el olma haline pek bir burun kıvırırız. Aman "etraf ne der", "vah vah bugünlere mi kaldı" safsataları arasında paşa torunu olma hallerimizden asla taviz vermeyiz. Oysa ki ikinci el giysi ve eşya yurt dışında ciddi büyük bir pazarı, piyasası olan, çok geniş bir alan. Zenginlerin de kullandığı bir mecra. Üstelik bu ülkeler bizden kat ve kat gelişmiş ekonomiler. Örn; İngiltere ve ABD gibi. Bizler tüketim çılgınlığımıza devam edelim, gerekirse yirmi dört ay taksit ödeyelim, olsun yeter ki ikinci el yani onun eskisi, bunun püsküsü olmasın. Gittigidiyor ve sahibinden.com siteleri bu boşluğu bir nebze de olsun dolduruyor.


Hani derler ya, bir önceki hayatımda eskici miydim neydim? Bu farkındalığı biraz geç keşfedenlerdenim ve yavaş yavaş bir tutkuya dönüşmeye başladı. Bu ayrı bir kültür demeyeyim de duygu meselesi. Alınıp hiç giyilmemiş ikinci ele düşmüş çok iyi bir marka da olabilir bu giysi veya çanta. Kitap belki. Veya başka birşey. Komik bir fiyata alınmış dünya markası bir parçayı, çok pahalı bir marka giysinizle de tamamlayabilisiniz. İşte hem ucuz hem tarz giyinmek diye buna denir ve de kombininizin eşi benzeri de yoktur. Çekinceniz varsa da kim görecek, kim bilecek?
Satan da malını çöpe atmamış, değerlendirmiş oluyor bir nevi. Düşünsenize bir öğrenci evi pekala en ekonomik şekilde ikinci el eşyalarla döşenebilir. Herşeyde tercih edilmeyebilir, temizini, kirlisini, iyisini ayırt etmek artık sizin çabanıza ve zevkinize bağlı. Elektronik eşyalarda karşıyım yani o alanı çok bilmiyorum. Biz en azından arkadaşlarımızla aramızda bazen birimize küçük, dar veya bol gelen ya da sıkıldığımız giysilerimizi değişim yapıyoruz ve de çok mutlu oluyoruz. Yani trampa ekonomisi uyguluyoruz. Tavsiye edilir.


27 Nisan 2016 Çarşamba

KİRPİK PERMASI NEYMİŞ ?


Bir kere bu uygulama kesinlikle kendi başımıza yapabileceğimiz birşey değil. Zararlı olduğu yönünde hakkında karalamalar olsa da ben hiçbir olumsuzlukla karşılaşmadım. Senede bir veya iki kez yaptırılabilir. Kirpik kıvırıcı yani karlaj kullanmak her seferinde zor geliyorsa uzun süreli etkili yani kirpik permasını uygulayabiliriz. Aynada gözlerimize bakınca genelde düz kirpiklere sahip olduğumuz için direk göz kapaklarımızı görürüz. Oysa kirpik perması ile kıvrımlı kirpiklere kavuşabiliriz. Kirpik permasını bildiğimiz saç perması ile karıştırmayalım. İçindeki ilaç büyük oranda azaltılmış yani varsa eğer zararı çok minimize edilmiştir.


Belki hoşunuza gitmeyebilir, o yüzden uygulama resimleri eklemedim. Az zahmetli, maksimum 40 - 50 dakikalık üç aşamalı bir işlem. Ancak sonucu çok güzel. İlk seferde kıl yapısı inatçıysa ikinci ve üçüncü uygulamada daha başarılı sonuç alınacaktır. Aradaki zaman periyotları bir - bir buçuk aydan az olmamalıdır. Etkisi 2 - 3 ay sürecektir. Bu çok tecrübeli ellerde yaptırılması gereken butik ve özel bir işlemdir. Üzerine sürülen rimelle kirpikler harika görünecektir. İlk yaptırınca söylediğim 'a benim kirpiklerim varmış ve uzunmuş' oldu. Sizin de öyle olacaktır.



16 Nisan 2016 Cumartesi

BİRİ ARSIZ GÜZELLİK DİĞERİ ASİL ZERAFET


İki favori ağacım vardır benim. Biri erguvan, diğeri manolya. Erguvanım yani tam da bu mevsimde aynı yerden dalından hatta gövdesinden bile ikişer üçer tane çiçek açacak kadar arsız erkek çocuğum. Baharda hiç bekleyemez, daha yapraklanmadan direk çiçek açar. O kadar sabırsızdır. Hristiyanlığın ve Bizans' ın zenginlik ve gücü temsil eden önemli simgelerindendir. Erguvan moru o dönemler sadece kralların giysilerinde kullanılabilirdi. Bizans çiçeği dense de, bugünlerde benim için İstanbul demek ERGUVAN demektir. Boğazın pempe süsü, bahar müjdecim. Tabiattaki en güzel renge sahip mor salkımlarınla gönül yaylarının gevşediği zamana denk gelensin. 

Yine kışın o kocaman ve parlak yapraklarını dökmeyen, Mayıs, Haziran gibi çiçek açmaya başlayan asil, vakur, nazlı, endamlı kızım yani MANOLYAM. Ağacının cüssesine bakıp da bir odun dalı deyip aldanmayalım lütfen. Göründüğünden narindir, hassastır, kırılgandır. Dokununca kararır, solar yani uzaktan sevmek gerekir. Beyaz açan çiçeğinin zerafetine ve aromatik kokusuna aşık olunasıdır. Parfüm yapımında kullanılan iri beyaz çiçeklerinin kokusu gece kokusu mu veya ten kokusu mudur bilemem ancak gözlerinizi kapattığınızda sizi ziyarete gelir. 


Manolya ağacı, bulunduğu ortama, mekana prestij kazandırandır. 1955' de "Koklamaya Kıyamam, Benim Güzel Manolyam" bestesiyle Zeki Müren ilk Altın Plak Ödülü almıştır. Şarkısı bile kendi gibi çok naif. Hangi kadın olmak istemez ki koklamaya, dokunulmaya kıyılamayacak kadar çok sevilen bir manolya olmayı?



15 Nisan 2016 Cuma

GÖRÜNTÜ UĞRUNA SAĞLIKTAN VAZGEÇMEYELİM


Boyalar saçın doğal pigmentlerini bozar, çabuk kırılır ve rengi matlaşır. Ayrıca saç boyalarının içinde bulunan kimyasal döküntülerinin, yıllar içinde kadınların rahminde izine rastlandığını biliyor muydunuz? Boyalardaki onlarca zararlı kimyasal, mesane ve rahim kanseri tetikleyicisi. Duyduğumda yaptığım ilk şey kınaya geçmek oldu. Yakışıyor mu hayır, umurumda mı hayır. Memnun muyum evet. Artık saçım dökülmüyor ve daha parlak. Hint kınası değil normal bildiğimiz kına, içine limon, çay, yumurta sarısı, yeşil ceviz kabuğu birazda su ile balçık kıvamı elde edin. Saçınıza sürün streç folyoyla sarıp bekletin. Hazır kınayı sürmüşken bakım da olsun diyorsanız zeytinyağı, badem, argan, susam, hindistan cevizi yağı, bepanthen ampul, evigen ampul artık elinizin altında hangisi varsa karışıma katabilirsiniz.

12 Nisan 2016 Salı

EN ÖNCE VE İLLA SAĞLIK OLSUN


CAN YÜCEL

1926 doğumlu, şiirlerinde argo ve müstehcen sözlere çok sık yer veren, bu nedenle zaman zaman dikkatleri üzerine çekip koğuşturmaya uğrayan Yücel, ilk şiirlerini 1950 yılında `Yazma` adlı kitapta toplamıştır. Can Yücel, taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde, yalın dili ve buluşları ile dikkati çekti. İlham kaynakları ve şiirlerinin konuları; doğa, insanlar, olaylar, kavramlar, heyecanlar, duyumlar ve duygulardır. Şiirlerinin çoğunda sevdiği insanlar vardır. 1999 yılında vefat etmiştir. Türkçenin lezzetlerinden, bize şiiri sevdiren, kafiye mafiye diye sınır tanımayan Can Baba....İyi ki herkes seni anlamıyor ve sevmiyor. Adamı adam olan anlarmış, Can Yücel' i de "can" olan....

EN ÖNCE VE İLLA SAĞLIK OLSUN
Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama. 
Yarım saat erkene kurulsun saatin.
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin...
Pencereni aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin.
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin.
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin.
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart.
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine...
Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis.
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin.
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile.
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden, Hatta daha da eskiden
yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla, Ohhh şöyle bir hafifle...
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de.
Hiç işin olmasa da öğle üzeri dışarı çık.
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa...
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak.
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından
makas al...
Sonra, şöyle bir düşün. Kimler sana yol açtı, sen çok dar da iken?...
Kimler seni ferahlattı, hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler
kapını tıklattı?..
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?...
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara!...
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor!...
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller
açtıracak..
Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun...
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun...
Saklama tabakları, bardakları misafire. Sizden ala misafir mi var bu
dünyada?..
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç
değil.
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi, eksik
bıraktıklarını tamamlar gibi. Tadına var akşamının...
Gece evinde, dostların olsun.
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun...
Arkadaşım, hayat bu. Daha ne olsun?
Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!


YENİ ŞİFAHANEM : " HİNDİSTAN CEVİZİ YAĞI "


Yakın bir zamanda arkadaşımla Eyüp' e gitmişken tarihi Osmanlı baharatçısı denilen aktara girdik. Yine onlarca yağı ve otu, bitkiyi faydalarıyla ilgili tecrübe etme çabamızın bir uzantısı olarak "İğde Ağacı Yağı ve Hamamelis Otu" almaya karar verdik. Çoğu şeyi denemiştik çünkü. Verdik de satıcının yüzü görülmeye değerdi. "Abla yüzlerce ürün var bula bula bunu mu almak istediniz? Yerine yok şunu vereyim yok bunu vereyim?" Hiç biz ikna olur muyuz? Hele uzun süredir bunlara kafa patlatıyorken. Tereciye tere satılır mı? O bir söylüyor biz beş. Çok bilmişliğimizle satıcıyı altetmenin verdiği mutlulukla ancak bir o kadar da hayal kırıklığı ile gereksiz başka şeyler alıp çıkmıştık.

Yağlar demişken, hindistan cevizi yağı, İtalyan markası Erboristica' dan. Eczanelerde satılan organik bir marka. Dileyen yiyebilir de, o kadar organik. İçeriğinde bulunan laurik asit ve kaprilik asitten dolayı birçok hastalığa karşı bağışıklığımızı güçlendirir. Çok iyi bir makyaj temizleyici, su ile seyreltilerek ağızda gargara yapılabilir. Çünkü ağızdaki zararlı bakterileri yok ediyor. Göz altı torbaları ve ince çizgileri açmada etkili. Yüze, saça ve tüm cilde de nemlilik vermesi için uygulanabilir. Zayıf ve çabuk kırılan tırnaklara, hamilelikde oluşabilecek çatlaklara önlem olarak, masaj yağı olarak, dudak koruyucu olarak yani daha birçok amaca hizmet edebilir. Tam bir şifahane gibi. Oda sıcaklığında katı bir yağ, sıcakda ise sıvı. Ten hemen emiyor ve hiç öyle vıcık vıcık değil. Kokusunu duysanız dayanamaz hemen alırsınız. Ben aldım, iyiki de almışım. 


10 Nisan 2016 Pazar

O BİR KLASİK: "MACBETH"


Shakespeare (1564 - 1616) nasıl bir eser yazmışsa uyarlamaları beyazperdede farklı zamanlarda hep karşımıza çıkacak gibi. Günümüzden pek de farkı olmayan hırslar, ruhunu şeytana teslim etmeler, entrikalar, yalanlar, ilke ve sınır tanımama halleri. Ve bu iktidar hırsının insana neler yaptırabileceğini ve sonuçlarını ortaya koyan eser. 11. yüzyılda İskoçya' da kralın ordusunda general olan Macbeth ve kazandığı önemli savaşın ardından, üç kahinin kendisine kral olacağını söylemesi ile gelişen olaylar. Macbeth, siyasal iktidarın dilini temsil eden üç kahin ve ihtiraslı eşinin sözü ile bir robot misali bilincini kaybedip kaderine boyun eğerken vicdanıyla hesaplaşma içine girecek midir? Zaman zaman bir sinema eserinden çok tiyatroda olduğunuz hissine kapılabilirsiniz. Herkes beğenmeyebilir, beni en çok etkileyen ise epik havası ve insanın kalbine işleyen soundtrack ve başarılı oyunculuklar. Filmin her karesi muhteşem fotoğraflardan oluşur, özellikle de savaş sahneleri. Şairane diyaloglar hikayeyi daha da dokunaklı yapar ve bir süre o karamsar atmosferden çıkamazsınız. Eserlerinde kelimelerinin dizilişinde ufacık bir boşluk dahi barındırmayan Shakespeare' ın içinde aşk teması barındırmayan tek tragedyası olan Macbeth'ini sinema diliyle anlatmak kabul edelim ki çok zor. Atmosfer kasvetli, renkler karanlık ve hikaye çok sert bir konuyu işliyor.

2015 yapımı filmin yönetmeni Justin Kurzel. Oyunculuğundaki başarılı performansı ile akıllarda hep "Macbeth" olarak kalacak olan başrol oyuncusu Michael Fassbender. Bir savaştan kahraman olarak dönen Macbeth' in, iktidar hırsı yüzünden onursuzluğu, zalimliği seçme hikayesini izlemeye inanın ki değer.


7 Nisan 2016 Perşembe

BAŞIMIZI SARKITALIM

Her akşam otururken en az on dakika koltuktan başınızı sarkıtın. Çok basit ve vakit almayan uğraş. Yapabilen amuda kalkabilir. Hayata bazen tersten bakmak bakış açımızı değiştirebilir. Desem de meselem bu değil tabi. Yüz ve yanak kaslarımız için çok faydalı. Boyun derimizin gerginliği için de. Ben yapıyorum, faydasını görüyorum. Hem biraz beynimize kan da gider, fena mı olur? Bence olmaz.

HER DAİM E VİTAMİNİ

Eve dersten geç saatte gelen oğlum buzdolabının kapağındaki içinde sarımtrak sıvı bulunan şırıngalarımı ilk defa görünce korkmuş. Ertesi sabah bana soruyor gibi ancak pek de soramıyor, ne düşündüyse artık. Dedim, hasta falan değilim, onlar benim Bemix, E vitamini ve Bepanthen ampullerimin fazlasını içine koyduğum şırıngalarım. En doğru saklama biçimi bu çünkü. Üçünü de eczaneden alıp temiz cildinize, saç diplerinize uygulayabilirsiniz. Muhteşem üçlü.

5 Nisan 2016 Salı

EKLEKTİK TARZ VE DEKORASYON


Tam benim kafama uyan bir tarz. İçinden geldiği gibi, doğal, karışık, kuraldışı, rengarenk, alışılmışa muhalif, aykırı yani düzensizliğin içinde apayrı bir düzen oluşturma. O düzeni ve dekorasyonu sadece siz belirliyorsunuz, sizi yansıtıyor ve eşi benzeri yok. Bir dönem tüm Türkiye koca koca oymalı, ceviz kaplama, "üç, iki, bir, bir" dediğimiz koltuk takımlarına mahkumdu. Odaya sığmazdı çoğunlukla ancak kesinlikle takım halinde alınırdı. Sadece ikili olanını alsak olmaz mıydı ? Olmazdı. Sonra konu komşu ne derdi? Odada ayak basacak yer olmazdı koltuk enflasyonundan ama olsun. Temizlik yaparken o oymaların arasını temizlemek ayrı bir işkenceydi. Evin salonu, genelde sadece misafir geldiğinde kapısı açılan, kuş uçurtulmayan, en geniş, en ferah bölümüydü. Aman olur mu o oda her daim temiz kalmalıydı, vitrinde muhafaza edilen yemek takımlarıyla beraber. Ev halkı ise yaşamını, oturma odasında, çekyatak dekorasyonlu, küçük, tıkış tıkış odalarda geçirirdi. Yıllarca da bu kural bozulmadı.




1 Nisan 2016 Cuma

EN YÜKSEK DOZDA KAN İÇEREN DİZİ : " SPARTACUS : KAN VE KUM "


Şiddet sahnelerinde yüz derisi yüzülebilir, uzuvlar etrafa saçılabilir, karından fışkıran bağırsaklar gösterilebilir. Gelmiş geçmiş diziler arasında cinsellik, kan, şiddet hatta vahşet dozu en yüksek olanıdır. Kılıç, kalkan, vahşi hayvanlar, yaralı bedenler dizinin değişmez unsurları. Roma' nın toplumsal kast sistemi ile, köleler, askerler, tüccarlar ve asiller arasındaki uçurumu çok net görürsünüz. Entrikanın en büyüğü döner. Senaryo o kadar sağlam ki başlayınca her seferinde "e bu kadarı da fazla" dersiniz de yine de izlemekten kendinizi alamazsınız. Çekim ve efekt kalitesi doruklardadır.


İlk diziye başladığımda yadırgadım, bir sevemedim, kan ve vahşet sahnelerinde gözlerimi kapıyordum. Sonra hikayenin içine girdikçe ben de gaza geldim, yani hiç bir bölüm kesmedi bizi. E şirinler köyünü anlatmıyorlar sonuçta hikayenin ana merkezi 'Roma İmparatorluğu'.