15 Aralık 2016 Perşembe

EN İYİ HAYATTA KALMA HİKAYESİ : "ÖZGÜRLÜK YOLU"


İzlerken ben de o yolculuğu yaptım, ben de o karda dondum, çöl sıcağında yandım, açlıktan tükendim, susuzluktan kavruldum. Yorgunluktan bitap düştüm ancak yine de umudumu hiç kaybetmedim. Bu bir yol hikayesi. Manzara görüntüleri uçsuz bucaksız. Bunda filmin sponsorunun National Geographic olması etken. Oyuncuların o tükenmişliğini beynimize resim gibi kazıyan plastik makyaj ve sanat yönetmenliğine şapka çıkarılır. 


Üstat yönetmen Peter Weir, oyuncular Colin Farrell, Ed Harris, Jim Sturgess diye diye gidiyor. Film, 1940' da Sovyet Rusya’ya bağlı Sibirya esir kampından kaçarak kışta kıyamette, ta Sibirya’dan Hindistan’a 6.000 kilometre yürüyen, birbiriyle hiç alakası olmayan bir grup esir insanın hikayesi.


Diğer yandan karakterlere ne sempati duyuyoruz, ne de onlarla duygusal bir bağ kuruyoruz. Tek başrol Tabiat Ana. Sadece insanın tabiat ile ilişkisine yoğunlaşan filmde hiçbir oyuncu da öyle ön plana falan çıkmıyor. Neyi düşüneceğine bile, sözde özgürlük  naralarıyla devrim yaptığına inanan psikopat askeri liderlerin karar verdiği ve düşünmeyince sadece katleden sol sistemlerin, bir tür eleştirisi de var satır aralarında. Bir demirperde çığlığı. 


En çarpıcı sahne, bunların bir grup kurdu bir hayvanı yerken bulduklarında kurtları kovalayıp, parçalanmış hayvanı kurtlardan farksız bir şekilde çiğ çiğ yemeleriydi. Son olarak film bitti ve kendimi yollara vurasım geldi, şöyle çıksam İstanbul'dan varır mıyım Hindistan’a. Kimbilir? Ya da onlar ulaşmış mıdır menzile? Aklımda kalan son olarak savaş mı daha acımasızdır, yoksa doğa mı ?