23 Temmuz 2015 Perşembe

Başarılı Kadın Hikayeleri



                                               GABRİELLE BONHEUR CHANEL
               ( Yetimhaneden, Fransız Sosyetesinin Zirvesine Uzanan Öyküsü )

      1983'de Batı Fransa - Saumur' da temizlikçi bir kadın ile hayatını pazarlarda seyyar satıcı olarak sürdüren bir babanın ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Anne öldüğünde geride beş çocuk kalmış, Gabrielle ve kızkardeşi Katolik Manastırına eğitime gönderilmiştir. Sıkı disiplin hayatına daha fazla dayanamayıp, kardeşlerini de yanına alarak Aubazine'de altı yıl boyunca kalacak ve dikiş dikmeyi öğrenip, Fransız Subaylarının kıyafetlerini diken bir terzide işe başlayacaktır. Oraya gelen Etienne Balsan isimli Fransız Subayı ile tanışır ve onu sosyeteye giriş bileti olarak seçer. Bu soylu Baronun çiftliğinde tüm gün parti ve içki eşliğinde bir yaşam tarzı kaçınılmaz olacaktır ve o hep aşağılanarak ve küçümsenerek ayrık otu gibi yaşayacaktır.  Üç yıl süren bu ortamda o döneme hakim olan şatafatı, gösterişi elinin tersiyle iter. Kadınların tüylü, pullu, devasa şapkalarıyla, korseleriyle, kabarık etekleri, fırfırlı, dantelli, şatafatlı kıyafetleriyle dalga geçmiştir hep. Çiftlikde Baronun elbiselerini kesip, biçerek kendine kıyafetler hazırlar. Kadınların alaylarına maruz kalsa da tarzından ödün vermez ve 'sadeliğin zerafeti'nden vazgeçmez. İkinci aşkı aristokrat Boy Chapel ile tanıştığında beraber Paris'e gelirler ve Chanel ilk dükkanını açar. İlk şapka tasarlar ve kısa sürede 'yirmi bir' tane şapka düķkanı olacaktır. 1925 yılına gelindiğinde Coco, tasarımları herkesçe beğenilen bir modacı olmuştur. 1919' dan sonra, parfüm ve kozmetik işine girmiş  ' Chanel No: 5 ' zamanla dünyanın en ünlü parfümü haline gelmiştir.
        1939' da 2. Dünya Savaşı çıkınca tüm mağazalarını kapattı ve evinde haute couture  giysiler dikerek o dönemi tamamladı. 1954' de moda dünyasına geri döndü, sadık İngiliz ve Amerikan müşterileri sayesinde eski ününe kavuştu. 1971 ' de hayata gözlerini yumdu.
         Unutulmayan sözleri ; 'Moda geçer stil kalır.'  'Şıklık yeni bir elbise almak değil bir ayrıcalıktır.'   'Bir kadının en çıplak hali, en iyi giyindiği halidir.'   'Stil kim olduğunuzu bilmek ve kimseyi takmamaktır.'
         Chanel sadece dünya kadınlarını değil Türk askerlerini de giydirdi. 1930' lu yıllarda Atatürk, Türk Silahlı Kuvvetleri' nin üniformalarını Coco Chanel 'e tasarlattı.
         Time :  'Yüzyılın En Önemli 100 Kişisi' listesinde adı  geçen tek moda tasarımcısıdır.
         Erkek egemen bir toplumda feminist kişiliği, onu sürüden ayıran tarzı ve ince zevki, bir imparatorluk kurmasını sağlayacak becerisiyle çok özel bir kadındır o.
         2004 yılından beri, baş desinatörlüğü 'Karl  Lagerfeld' tarafından yapılan Chanel, dünya üzerinde 200' den fazla yerde hizmet veren dev bir moda imparatorluğudur.



15 Temmuz 2015 Çarşamba

ZAMANIN ÇOK ÖTESİNDE BİR KADIN : İSKENDERİYELİ HYPATİA (370- 415)


           
370 yılında dönemin ünlü matematikçisi Theon'un kızı olarak dünyaya geldi. Sorgulamayı, araştırmayı seven meraklı biri olan Hypatia,el sanatları,şiir,matematik,astronomi,geometri,felsefe konularında kusursuz olarak yetişti. Bilimin yanında sporla, müzikle de donatılmıştı. Babası kendisine tüm dogma dinleri öğretmişti ama ardından da şunları eklemişti."Düşünme hakkını hep kullanmalısın,çünkü yanlış düşünmek hiç düşünmemekten daha iyidir". Hypatia doğayı mantık, matematik ve deney ile açıklamaya çalıştı. Aynı zamanda devrin en güzel kadınlarından biridir. Bazı Hristiyanlar onu erdem ve iffetin sembolu saymıştır. Hypatia üniversitede kısa zamanda sevilen bir öğretmen durumuna geldi. Onun sınıfı öğrencilerle  o çağın bilgin ve düşünürleriyle dolup taşıyordu. Avrupa, Asya ve Afrika' dan akın akın öğrenciler, sırf onun derslerini dinleyebilmek için İskenderiye' ye geliyorlardı.Herkesin ilgi odağı olup, ona aşık olanları kibarca 'ben gerçekle evliyim' diyerek geri çeviriyordu.
         İskenderiye o dönem, Makedon Kralı Büyük İskender tarafından kurulan, Yunanlıların, Mısırlıların,Yahudilerin huzur içinde yaşadıkları çağın bilim merkezi konumunda bir yerdi. Dönemin Piskoposu Kiril, asıl amacı dini yaymaktan öte, siyasi gücü ele geçirmek amacıyla, rakibi olan Vali Orestes' i zayıflatabilmek için elindeki iki kozunu kullanacaktı: Din ve Hypatia. Hypatia 'nın eski öğrencisi olan Vali Orestes'le görüşmesini dedikodu çıkararak, halkı kışkırtmış ve Hypatia'yı halkın gözünde 'dinsiz ve şeytan' olarak nitelendirilmesini sağlamıştır. Bilim tarihinin en korkunç planı yapılarak, 45 yaşındaki Hypatia  evinin önünde hristiyan  çetesi tarafından kaçırılmış, Caesareum adındaki bir kiliseye götürülüp tamamen soyularak taşlanmış, eti kemiğinden ayrılarak, parçalanmış bedeni yakılmıştır.
          Hypatia' nın hayattayken ifade ettiği bir cümle ; "İnsanlar boş inançlara bir gerçekmiş gibi inanıp uğruna dövüşürler.  Hatta Boş İnançlar uğruna daha fazla dövüşürler çünkü boş inanç öylesine elle tutulmazdır ki çürütülmesi  neredeyse olanaksızdır."
          SORU : Hypatia öldürülünce, Greek okulu sona erdi, bundan sonra skolastik (okul felsefesi) düşünce egemenliğini 1500 yıl sürdürecek ve bilimsel yönüyle dönem karanlık çağa girecekti. Hypatia öldürülmeseydi ve İskenderiye okulu kapanmasaydı insanlık bugünkü uygarlık düzeyine yüzlerce yıl önce kavuşur muydu?Onun hayata bakışını özetleyen sözüyle noktayı koyalım: "Bizi birleştirenler, ayıran şeylerden daha fazla, hepimiz kardeşiz.."
          Bu konu, 2009 yılı yapımı "Agora" adlı filmde de işlenmiştir.








14 Temmuz 2015 Salı

Kasaba Çocukları






Kasaba çocuklarıydık bizler, yani ne tam şehirli ne tam kırsal. Bu sıkışmışlık psikolojisini daima da hissettik hayatımız boyunca. Seksen darbesinde küçüktük, tam ne anlama geldiğini anlamamız bile zaman aldı, tek bilebildiğim kendi adıma, boş sokaklar ve bitmek bilmeyen sokağa çıkma yasakları. Ha birde okul tatil oldu diye sevinmiştik. Burnumu cama dayayıp boş sokağa bakardım saatlerce nedenini bilmeden. Bizim neslin yaramazlık yapma, sorgulama hakkı olmadı hiç, çoğunlukla da apolitik olmakla suçlandık çevremizde. Aynı mütevazi kâgir evlerde büyüyüp, aynı yollarda dizlerimizi kanattık bizler. Hem en büyük metropole sadece iki saatlik uzaklıktasın, hem o keşmekeşten çook uzak sakin, küçük, geleneksel bir ortamda yetişmektesin. Sabahları radyoda Arkası Yarınları bekleyen, tek kanallı TV kapanırken gece, İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkıp saygı duruşu yapan bir nesiliz biz. Küçük dünyalarımızda hedeflerimiz, önceliklerimiz, ideallerimiz vardı, öğretmenlerimizden ve kitaplarımızdan öğrendiğimiz. Önümüze koyduğumuz zirvelerimizin yürüyüşünü yapabildik mi kasaba çocukları olarak? Ailemizden bir tık daha iyi yaşam koşullarına ulaşmalıydık, öyle ya bu dar çevreden kurtulmalıydık bir şekilde. Yapabilenler ya da yapamayanlarımız oldu belki. Nehrin öteki kıyısına atabildik mi kendimizi? Daha duyarlı, daha inançlı, daha iyi şahıslar değilde şahsiyetler olabildik mi? Yoksa hep resimdeki gibi donsa mıydı görüntü hayat yolculuğumuzda? Ne olsak da geçmişe sırtımızı dönebilir miydik? Köklerimizden güç almazsak serpilip çoğaltabilirmiydik dünyalarımızı? "Ya içindesindir çemberin ya dışında yer alacaksın" demiş Murathan Mungan.Toprağın derinliklerine doğru kök salabildik mi, yoksa hep yüzeyde mi kaldık? Kıstas ölçü neydi, başarı kime ve neye göreydi? Herkes zenginliğin tarifini farklı yapacaktır elbette! Belki aynı hayatları yaşamıyoruz ama hepimiz aynı gökyüzüne bakıp aynı karanlıktan şikayet etmekteyiz. O yüzden diyorumki evet bir zamanlar çocuktuk, büyüdük mü, yani acaba büyümeli miydik?

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Başkalarının Hayatı

Soğuk savaş döneminde anlatılan sıcacık bir insan hikayesi. En zor şartlar altında dahi olunsa, bedeline rağmen iyilikten vazgeçmeyelim, evrensel ahlaki değerler ölçüsünde..


ANNA LOTAN Kimdir?





Ukrayna doğumlu olup, 2. Dünya Savaşının büyük kısmını Sibirya' da geçirmek zorunda kalan Anna, zamanını bölgede yetişen değerli bitkileri araştırarak değerlendirir. Savaş bittikten sonra Almanya'ya giderek " Johann Wolfgang Goethe - Frankfurt " Üniversitesinde kozmetoloji eğitimi görür. Akademik çevresinde Anna, cildin ihtiyaçları konusundaki bilgilerinin yanında yeni tedavi metotları geliştirmesiyle tanınmaktadır. Daha sonra ülkesinde ilk ve en büyük kozmetik okulunu kurarak yönetimini üstlenir, bitkisel ve ölü deniz minerali bazlı güzellik ürünleri geliştirmek üzere özel laboratuvarını kurar. Ürünleri birçok ülkede güzellik salonları, eczaneler ve dağıtıcılar
kanalıyla tüketicilere ulaşmaktadır. Yerel bitki özlerinden kozmetik üretme konusunda uzmandır. Şirketin araştırma ve geliştirme ekibi sürekli çalışmakta, yeni ürünler geliştirmek için çaba harcamaktadır.

Carmina Burana ~ O Fortuna | Carl Orff ~ André Rieu

7-8 yıl önce Atatürk Kültür Merkezi' nde Carmina Burana operasına gittiğimizde anons yapılmıştı, ekibin bir kısmı hastaydı ve konser mevcut kadroyla yapılacaktı. Arkadaşlarla acaba o akşam Kurtlar Vadisi' ni izlemek için bahanemi uyduruyorlar diye de espri yapmıştık, tüm fesatlığımızla. Devlet Opera ve Bale ekibinde birçok kişinin aynı anda hasta olması ilginç gelmişti. Kostümlerin komikliği, gıcırdayan koltuklar, arada uyuyan seyirciler ve salonun eskiliğinden bahsetmeyelim bile. Bende nostalji pikabıma bu eserin olduğu plağı ekledim ilk fırsatta ve anlattıklarıma tamamen TEZAT bir Carmina Burana yorumunu paylaşmak istedim. Anlayış farkı, yorum farkı..


KIZKARDESLİK KÜLTÜRÜ




Bu ülkede kadınların kadınlarla ilişkilerinde tuhaf bir çelişki var sanki. Örneğin bir kadın çalışırken, çocuklarını anneanne, babaanne yada teyzeler büyütebiliyor. Komşu kadınların, akraba kadınların sessiz ve derin dayanışma ağları... Bu şekilde geleneksel aile yapılarında kadınlar birbirine çok destek olurken, bu dayanışma maalesef modern mekanlara girildiğinde kayboluyor. Medyada, sanatta, edebiyatta, akademide , iş dünyasında, bürokraside kadınlar birbirine fena halde köstek olabiliyor. Hangimiz iş hayatında bir kadının hışmına uğramamışız dır ki? Hem şahsen tanıdığımız hem de hiç görmediğimiz, tanımadığımız kadınları bir şekilde hatırlamak, onları anmak, anlamak ve anlatmak..Bu, bugün Srebrenica katliamı (Yugoslavya İç Savaşı sırasında, 1995' de, 8500' e yakın kişinin içinde çok fazla kadın ve çocuğun da öldürülmesi) hadisesi olabilir yarın başka bir olay. Onların şartlarını düşünmek ve nerelerde nasıl zorlandıklarını anlamaya gayret etmek! İşte burada anlatımda maalesef klavye yetersiz kalıyor..

Genel anlamda hemcinslerimize yüreğimizi açmak ve bir kez olsun önyargısız yaklaşmak..Kızkardeşlik bir çember, her çember gibi o da minnacık bir noktadan başlar, yani kendimizden. Nokta büyür, halkaya döner.Umarım önce kendi etrafımızdaki kadınlardan başlarız çemberi genişletmeye. Ben çok şanslıyım, hem gerçek ablam, hem de sonradan tanıştığım ablalarım yada kızkardeşlerim olduğu için hayatta. Sadece kendi çevremizi değil, hiç tanımadığımız kadınları da anmalı. Osmanlıda yaşamış kadın şair ve yazarları, dünyadaki bilim kadınlarını, Cumhuriyet boyunca kadın haklarının ilerlemesi için mücadele eden hemcinslerimizi, sanatçı ve hukukçuları, ev kadınlarını....

Bunların paralelinde, son yıllarda, bilinçli olarak, kadınlar önemli bir yol ayrımına getirildi! Sorunların özüne indiğimizde her kesimden kadının dertleri birazda aynı gibi aslında. Ya gruplara ayrılıp, enerjimizi tüketeceğiz, falancalar filancalar diye birbirimize önyargılarla bakacağız. Ya da anlayacağız ki, kadın olmaktan kaynaklanan geniş bir ortak paydamız var aslında. Kadınlara devamlı anne oldukları için ne kadar yüce ve önemli varlıklar oldukları söyleniyor sahte ifadelerle sürekli. İş pratiğe döküldüğünde kadınlarımızın durumu ortada. Öldürülen, taciz edilen, kariyerinde önü kesilen, şiddetin her türlüsüne maruz kalabilen, sistematik şekilde mobbing uygulanan... Oysa bizler ne çiçek kelebek olmak istiyoruz, ne de yüce bir varlık. Sadece eşit olmak, özgür bireyler olmak istiyoruz. Anlıyoruz ki biz birbirimizi desteklemezsek, kimse bizi desteklemez. Alevi sünni, Doğulu batılı, Eğitimli eğitimsiz, Şehirli köylü, Başörtülü başörtüsüz, Türk kürt, Dindar ya da değil... Tarihler boyunca bize dayatılan ve bundan sonrada farklı isimler ve kategoriler adı altında yine dayatılacak olan tüm ayırımcılığı elimizin tersiyle itelim ve tüm bunların ötesinde gerçek ve samimi bir kız kardeşlik kültürüne kapımızı aralayalım. Son cümle biraz klişe olacak ama yazmazsam eksik kalır birşeyler ; Bir kadın değişirse bir aile değişir, bir aile değişirse toplum değişir.

Elif Şafak' dan alıntılar vardır.

7 Temmuz 2015 Salı

ÇINARCIK ; Dışardan bakınca anlaşılamayan, yaşayınca vazgecilemeyen...


Toprağından bereket fışkıran, bir yanın alabildiğine deniz, öbür yanın alabildiğine orman olan, şifalı thermal kaplıcam, bunalınca İznik gölü ya da Bursa'ya kaçabilme ihtimalim, etinin,kekiğinin lezzeti bile çok farklı kasabam. Boşalan reçel kavanozlarım bekle... Kızılcık ve kokulu çileğinden reçel, sarı eriğinden marmelat yaptığım, köylü pazarım bekle. Her derde deva kestane balım, tarhanam, salçam, asma yaprağım ve sayamadıklarım... Deniz otobüsüyle ulaşımım, seninle simgeleşen ve müziğin hiç susmadığı Kio barım, seyyar köftecim, bir tarih yazacak kadar eski Sabri Balkan dondurmacım, güne sağlıkla uyandığım sabah yürüyüşlerim, çınar börekcim, yüzmeye iki dakikada inebilme lüksüm, sıkılınca Yalova'ya varışlarım, aydın insanlardan oluşan kasabalılar ve beni yıllardır bağrına basan herbiri farklı şehirlerden gelmiş tam bir kültür mozaiği komşularım. Şile sert kuzey rüzgarlarımsa, Çınarcık dingin, mütevazi Anadolu kasabam. En zorlandığımda, kendimi sende bulduğum ve birlikte aldığımız kararlarda hiç yanılmadığım, iyileştirici gücüne hep inandığım, şifa kaynağım. Bekle, geliyorum.