12 Kasım 2015 Perşembe

HERŞEY BİRDENBİRE OLDU

Aslında birdenbire değil herşey yirmi dakikada oldu. Kadın her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde kapıda son hazırlıklarını yaparken, aynı dakikalarda okuluna veya işine gidenlerden karşılaştığı apartman sakinleriyle günaydınlaşma, ayaküstü hoşbeş sohbet, selam, kelam faslını tamamladı. Ne de olsa yirmi iki yıllık komşularıydı birçoğu. Yola koyulmaya hazırdı ve kendini çok iyi hissediyordu. Apartman binasından çıktığında başını gökyüzüne kaldırdı ve yaz-kış çantasından eksik etmediği güneş gözlüğünü takma ihtiyacı duydu. Kış güneşi cam gibi parlıyordu sonbahar mevsiminde. Altı üstü en fazla yirmi - yirmi beş dakikalık bir yürüme mesafesini arşınlayacaktı. Günün temposuna hazırdı. Ensesine inen dalgalı saçlarını savurmaya başlamıştı çocukluktan kalma bir alışkanlıkla. Hava falan değil doğal bir refleksti bu. Ha şu dönemeci döneyim, şuradanda karşıya geçeyim derken gözlüğünü takmamış o arada da hava kapatmaya başlamıştı. Gökyüzü grileşmiş, rüzgar yüzünü yalamaya başlamıştı.

Hergün yüzde yüz çok iyi hissetmezsiniz kendinizi. Hani ya ayakkabının topuğu hafif rahatsızlık verebilir, bazen of gömleğin yakası veya kolu, yok pardesünün kemeri sorundur. Birşey birşey, oysa bu sabah kendini yüzde yüzlük hissediyordu. Bunları düşünürken hafif ürpermiş, rüzgar sertliğini gösterirken yağmur çiselemeye başlamıştı. Adımları hızlanırken yağmur da daha iri tanelerle inmeye başlamıştı. Korku filmi gibiydi herşey, gökten dolu taneleri çok hızlı ve sert şekilde düşüyordu. Tüm insanlar hızlıca kaçışmış sanki tüm caddelerde bir tek kendisi kalmıştı. Ne bir araç bulabiliyordu bineceği, ne adım atabiliyordu dere gibi hızla akan cadde ve kaldırımlarda. Kararmış bir havada dizlerine kadar suya batmayı göze almak zorundaydı. Ne eve geri dönebilirdi, ne varacağı yere tâkatı kalmıştı gitmek için. Taneler gözlerine çivi gibi iniyordu. Ayağındaki yırtık kot nerdeyse tamamen sular içindeydi. Botlarının ıslaklığından, suya çıplak ayakla basmakla aynı histeydi. Binbir güçlükle ulaştığında mekana, kapıda sinirleri boşalmış hüngür hüngür ağlıyordu, bir adım daha atacak dermanı kalmamıştı. Hayatında hiç böyle bir çaresizlik hissi yaşamamıştı. Şevkatli bir arkadaş grubu kapıda karşılamış, sarıp sarmalamıştı kendisini. Üstünü kalorifer peteğinde kuruturken, sıcak çayını yudumluyordu hoş sohbetle beraber.

Sana gelince sevgili İstanbul'um, kadın ruhu gibi anlık değişiyorsun. İs kokarsın, deniz kokarsın, bazen benzin, bazen çöp, bazen nem, rutubet kokarsın. Hep çok değişken ve mistiksin, bazen sislisin. Bir açıp bir kapatan, ne şekilde olacağı bir türlü belli olmayan, sabah başka akşam başka, güvensizsin. Ey gözünü sevdiğimin İstanbul'u hep kaotik ve karmaşıksın. Biliriz, meteorolojiyi bilim olarak kabul etmezsin, sen kafana göre takılansın, delirir ve delirtirsin. İşte bu yüzden vazgeçilmezimsin, ne havandan geçebilirim, ne şehrinden.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder